Bir Günlüğüne Atatürk’ün Türkiye’sinde

Eğer bir günlüğüne geçmişe yolculuk yapma şansım olsaydı, 1920’lerin sonlarına Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kurulduğu döneme gitmek isterdim. O yıllar, bir milletin küllerinden yeniden doğduğu, halkın umutla dolu ama aynı zamanda birçok zorlukla mücadele ettiği bir dönemdi. Henüz her şeyin sadece temelleri atılıyordu hukuk, eğitim, dil, sanat… İnsanların yüreklerinde çok büyük ve inanılmaz bir heyecan ve inanç vardı. O atmosferi orada yaşamak ve tarihin bir parçası olmayı her şeyden çok isterdim.

Sabahın erken saatlerinde Ankara’ya, henüz tozlu sokaklarıyla küçük bir kasabadan oluşan ama büyük bir hayalin merkezi haline gelen başkente varırdım. Belki bir köşede Mustafa Kemal Atatürk’ü ve arkadaşlarını görürdüm ve onların ülkenin geleceği hakkında yaptığı o derin ve bir ülkenin geleceğini belirleyecek kararlı konuşmaları dinlerdim. Belki büyük lider Atatürk ile tanışıp onunla sarılma şansına bile sahip olabilirdim. Onun o dahi aklındaki fikirlerden en azından bazılarını ondan dinlemeyi çok isterdim. Sonra belki bir öğretmen okulunun bahçesine gider ve yeni harflerle yazı öğrenmeye çalışan çocukların heyecanına ve meraklarına şahit olurdum. Onların yüzündeki gururu, ülkelerinin değişimini anlamaya çalışan saf merakı görmek bana anlatamayacağım bir mutluluk ve gurur verirdi.

O dönemde kadınların da toplumsal hayata daha aktif bir şekilde katılmaya başladığını görmek çok etkileyici olurdu. Belki bir konferansa gider, ilk kez kürsüye çıkan bir kadın öğretmeni hayranlıkla alkışlardım. O cesareti ve o gururu görmek bana hem geçmişin hem geleceğin ne kadar güçlü olabileceğini ve kadınların değerini hatırlatırdı. İnsanların o zorluklara rağmen umutlarını kaybetmeden çalışmaları, bana bugünün rahatlığında ne kadar çok şeyi unuttuğumuzu düşündürürdü.

Akşam olduğunda bir kahvehaneye uğrayıp halkın içtenlik dolu sohbetine katılmak isterdim. O dönemin insanlarının gündelik hayatını, ekonomik sıkıntılarını ama aynı zamanda geleceğe dair umutlarını duymak beni çok içten etkilerdi ve bazı konulara bakış açımı değiştirirdi. Belki radyodan ilk Türkçe yayınları dinlerdim, ya da bir sokakta halk oyunları oynayan insanlara ve onların eski zamanlardaki kültürleyile karışırdım. O kadar canlı ve bir o kadar içten bir dönemi yaşamak ve orada yaşananları deneyimlemek eminim unutulmaz bir deneyim olurdu.

Günün sonunda, modern Türkiye’nin temellerinin nasıl atıldığını kendi gözlerimle görmek beni hem duygulandırır hem de benim için büyük bir ilham kaynağı olurdu. Belki geri döndüğümde, bugünün dünyasında yaşadığımız her şeyin ne kadar kıymetli ve değerli olduğunu çok daha iyi anlardım. Çünkü o dönemin insanları, imkânsızlıklar içinde bile inanmanın, üretmenin ve umut etmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu ve bence günümüz dünyasında maalesef bu halen böyle değil.
Eğer bir günlüğüne geçmişe gidebilsem, orada sadece tarih değil, insan ruhunun gücüyle de karşılaşırdım. Ve sanırım bu benim için bir ömür bile geçse asla unutamayacağım bir deneyim olurdu.

(Visited 6 times, 1 visits today)