Noel zamanı insanların yüzünde iki farklı ifade görülür. Birinci ve en sık görüleni mutluluktur. Şayet mutluluk yoksa hafif üzüntüyle karışık kızgınlık vardır. İkinci tip kişiler çoğunlukla Noel’in büyülü etkisine inanmayan ya da bazı sebeplerden dolayı sevmeyenlerdir. Ben de onlardan biriydim. İnanmazdım onun etkisine. Belki de bunun sebebi insanların “sevdiği” kişilere hediye alıp iyi davranmasıydı. İnsan sevmediklerine bile gülümserdi bu günde. Boş bir gülümsemeydi gerçi, yoktu bir değeri. Bir araya gelirdi aileler, birbirini asla arayıp sormayan akrabalar… bunlar anlamsızdı benim için. Neden buluşmak için özel bir günümüz olmalıydı ki? Noel, sadece insanların birbirini seviyormuş gibi yaptığı ve gerçek bile olmayan bir adamın onlara hediye getireceklerine inandığı bir gündü.
Yine yılın o vakti gelmiş, Frostwell ailesi —ailem—yine hazırlıklara başlamıştı. Kız kardeşim Emma, ağabeyim Oliver’ın omzunda ağaç süslüyordu ve erkek kardeşim Henry de onlara yardım ediyordu. Emma ve Henry ikizdi. Henüz dokuz yaşında olmalarına rağmen bir mimar edasıyla ağacı süslüyorlardı. İçeriden annemin sesi duyuldu. “Clara! Listedeki şeyleri marketten alabilir misin?” Sesin geldiği yöne yürüdüm. Annem uzunca bir liste verdi elime. Somurtmadan edemedim. Vakit kaybetmeden yola çıktım.
Evin yakınındaki marketin önünde park yeri bulamamama karşın başka bir markete gitme kararı aldım. Çok da uzakta olmayan bir Noel dükkanı vardı. Elimdeki listeye baktım. Hediyeler ve süsler yazılıydı. Kime ne alınacağı belliydi. Dükkanın önüne park ettiğimde içime garip bir duygu oluştu. Tarif edemiyordum bu duyguyu. Vitrin camından içeri baktım. Oldukça büyük bir yerdi. Buradaki insanların birinci tip, gülümseyen, insanlar olduğunu anlamam uzun sürmedi. Birlikte alışveriş yapan aileler, oyuncaklara koşan çocuklar, el ele gezen çiftler… bu oldukça büyük yerde hayat vardı, insanların yüzünde ise gülümseme. Hayır, bu o boş gülümsemelerden değildi, aksine samimi bir tebessümdü. Kalbimi kaplayan buz tabakasının bir kısmının eridiğini hissettim ve içeri adım attım…
Etraf, sayısız rafta sergilenen eşyalarla doluydu. Ortada kocaman, süslenmiş bir ağaç vardı. Listedeki eşyaları bulmaya koyuldum. Alınacak hediyelerin yarısı uzun süredir konuşmadığımı akrabalar içindi. Derin bir iç çektim. Uzun bir alışverişin tam sonuna gelmiştim ki listede eksik bir madde gördüm. Kuzenime bir monttu bu eksik olan. Bu göründüğünden de büyük dükkanda birkaç kıyafetin satıldığı bölüme gittim. Kuzenimle yaşıt olduğumuz için kendi üzerimde deneyecektim. Beğendiğim bir montu giydiğim anda ayaklarımın herden kesildiğini ve etrafın değiştiğini hissettim. Korkuyla gözlerimi kapattım.
Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. O dükkanda değildim artık. Burası daha soğuktu lakin içimi ısıtan bir duygu vardı. Etrafa baktım. Büyük bir köy meydanındaydım. Kuzey Işıkları yukarıda parıldıyordu. Etraftaki evler süslenmişti. Çevremde kısa, değişik kıyafetler giyen cüce tarzı yaratıklar gördüm. Anımsayamadığım bir dil konuşuyorlardı. Ellerinde hediye paketleriyle bir yere koşuşturuyorlardı. Elfti bu varlıklar. Ben bu nefes kesici görüntüye dalmışken içlerinden birinin bana yaklaştığını fark edemedim. “Hah! Demek yıllar sonra buraya uğrayan ilk insan Yaramazlar Listesi’nde.” Dedi elf bana gülerken. “Noel için hiç mi umudun yok evlat?” Sözlerini duymamla bakışlarımı ona çevirdim. Onu terslemek isterdim ama bu akılalmaz bir andı. Elf, cebinden küçük kristal bir küre çıkarıp bana uzattı. “Eğer bugün aldığın o hediyeler manasız diye düşünüyorsan, dikkatli bakmak isteyebilirsin o küreye. Dediği şeylerin ne kadar inandırıcı olduğu tartışılır ama inatçılığımı geçecek derecede merak etmiştim kürede ne olduğunu. Onu göz hizamda tuttum ve yakından baktım. Küre parladı ve bir görüntü oluştu. Bütün hediye aldığım ama Noel dışında görüşmediğim akrabalarımın yansımalarıydı bunlar. Tıpkı birer anı gibiydi. Hayır, direkt anıları gösteriyordu. Konuşmalarını duyabiliyordum. Frostwell ailesi hakkındaydı konuşulan. Tek bir kötü söz yoktu. Tam aksine Noel’i sırf onları görebilmek için iple çektiklerinden bahsediyorlardı. Kalbimi saran buzdan tabakanın neredeyse tamamen eridiğini hissettim o an. Belki de bugün gerçekten de görüşmediğimiz insanlarla bir araya gelmek içindi.
Bana küreyi veren elfin durduğu yere baktım. Gitmişti. Ben de diğerlerini takip etmeye başladım. İzledikleri yol büyük bir binaya çıkıyordu. Duvar büyüklüğündeki kapı açıktı. İçeride gördüğüm şey nefes kesiciydi. Ren geyikleriydi. Bir kızağa bağlılardı ve elfler hediye paketlerini buraya koyuyorlardı. O sırada başka bir kapı açıldı ve bir anlığına onu gördüm. Kırmızılarla giyinmiş, tıpkı o meşhur hikayelerdeki gibi… Aziz Nicolas, başka bir tabirle Noel Baba…
Bu, “Kuzey Kutbu” olduğunu düşündüğüm yerde hatırladığım son şeydi. Kendimi o Noel dükkanında buldum. Üzerimde hala o mont vardı. Elimdeki küre gitmişti. Daha farklı hissediyordum. Anlatılan hikayelerin doğru olduğunu görmüştüm. Üstüne üstlük bir de şimdiye kadar hakkında yakındığım kişilerin ben ve ailem hakkındaki düşüncelerine tanıklık etmiştim. Belki de Noel o kadar da kötü değildi. Sonuçta bunu buluşma fırsatı olarak gören insanlar olduğunu öğrenmiştim.
O akşam herkes masada yemek yerken sakin bir sessizlik vardı. Herkes oldukça memnundu halinden. Yemekten sonrası ise ortam tam tersiydi masadakinin. Çocukların hepsi ağacın altındaki hediyelere koşuyor, büyükler muhabbet ediyor, ağabeyimle ben ise çocuklara hediyeleri açmasında yardım ediyordum. Hediyeler açıldıktan sonra bir köşede oturmaya karar verdim ve bir süre boyunca sessizce diğerlerini izledim. İşte o an anladım ki belki de Noel sadece bir saçmalık değildi. Frostwell ailesi birbirine hiç olmadığı kadar yakındı ve her yıl daha da yaklaşıyordu. O anda yüzümde bir tebessüm oluştu, gerçek olanlardan.
Ertesi sabah uyandığımda ağacın altında son bir hediye görmemle duraksadım. Üzerinde “Clara’ya…” yazıyordu. Paketi açtığımda ise bana o elfin verdiği kürelerden çıktı. Tek farkı bu küreye baktığımda görünür bir değişim yoktu. Bir süs gibiydi ama o hediyenin nerden geldiğini anlamak da zor değildi…
