Bireysel özgürlüklerin sınırsız bir biçimde tanınması ile toplumsal sorumlulukların öncelikli tutulması arasında bir tercihte bulunmak etik açıdan tek başına yeterli veya doğru bir çözüm sunmaz. Çünkü birey, hem kendi hak ve özgürlüklerine sahip bir varlık hem de sosyal bir çevrede yaşayan, diğer bireylerle etkileşim hâlinde olan bir topluluk üyesidir. Bireysel özgürlükler, insanın düşünme, ifade etme, inançlarını yaşama ve yaşam tarzını seçme hakkı gibi temel haklarını kapsar ve bireyin kendi kimliğini oluşturmasında hayati bir rol oynar. Ancak bu özgürlüklerin mutlak, yani sınırsız biçimde kullanılması, diğer bireylerin hak ve özgürlüklerine zarar verebilir; bu da sosyal çatışmaları, eşitsizlikleri ve etik sorunları beraberinde getirir. Örneğin, bir bireyin sınırsız ifade özgürlüğü, başka bir bireyin onuruna ya da güvenliğine zarar verdiği noktada etik anlamda sorgulanmaya başlar. Bu noktada toplumsal sorumluluk bilinci devreye girer. Toplumsal sorumluluk, bireylerin yalnızca kendi çıkarlarını değil, toplumun genel ruh halini, güvenliğini ve değerlerini de akılda bulundurmasını ifade eder. Etik bir toplum bu iki kavram arasında sağlıklı ve güçlü bir denge kurabilen toplumdur.
Bu dengenin sağlanması için bir dizi yapısal ve bireysel önlem gereklidir. Öncelikle hukuk devleti kavramı, insanların özgürlükleri korurken bu özgürlüklerin sınırlarını da açık ve adil biçimde belirlemelidir. Yasalar, bireylerin haklarını koruma altına almalıdirek ancak aynı zamanda bu hakların başkalarının yaşam alanına müdahale etmesini engelleyecek çerçeveyi de çizmeli, bunu yaparken keyfi yapılan uygulamalardan uzak durmalıdır. Eğitim sistemi ise bireyleri hem özgür bireyler olarak yetiştirmeli hem de onların topluma karşı etik ve ahlaki sorumluluklarını öğrenmesini sağlamalıdır. Okullarda empati, hoşgörü, saygı ve iş birliği gibi değerler küçük yaşlardan itibaren öğretilmelidir. Sadece akademik başarı değil etik bilinç de öncelikli öğretilmesi gereken konuşardan biri haline getirilmelidir. Medya ve sosyal medya alanında da benzer bir bilinç gereklidir. Yayın yapan kişiler, bireylerin ifade özgürlüğünü teşvik ederken yalan haber, nefret söylemi ve ayrımcılık gibi toplumsal huzuru tehdit eden içeriklere karşı sorumluluk sahibi bir yayın politikası izlemelidir. Sivil toplum kuruluşları ve demokratik kitle örgütleri de birey ile toplum arasında dengeyi kurmada bir köprü rol, hem bireysel haklar hem de bireysel veya toplumsal sorumluluklar konusunda farkındalık yaratmalıdır.
Sonuç olarak, bireysel özgürlükler ile toplumsal sorumluluklar arasında kurulacak etik denge sadece bireylerin değil, aynı zamanda toplumun bütününün rahatlığı için hayati öneme sahiptir. Bireysel özgürlüklerin, insan onurunu temel alan demokratik bir toplumda vazgeçilmez olduğu şüphesizdir. Ancak bu özgürlüklerin sınırsız biçimde uygulanması, başka bireylerin haklarını ihlal ettiği anda özgürlüğün kendisi bir tehdit unsuruna dönüşebilir. Aynı şekilde, toplumsal düzeni sağlama adına bireyin hak ve özgürlüklerinin tamamen sınırlandırılması da bireyin iradesini kişiliğini ve yaşam kalitesini baskı altına sokar. Bu durum ise mutsuzluğa yol açabilir. Bu nedenle etik açıdan ideal olan, bireylerin kendi özgürlüklerini kullanırken başkalarının haklarına zarar vermemesi ve toplumun ortak iyiliğini göz önünde bulundurmasıdır. Bu anlayış, özgürlük ve sorumluluğun birbirine zıt değil birbirini tamamlayıcı kavramlar olduğunu kabul eden bir bilinç düzeyine ulaşmayı beraberinde getirir
