O gün yine normal bir şekilde uyandım. Annem “Bugün geç uyandın, okula geç kalacaksın.” dedi. Bana çeyrek ekmek ve çok az pirinç verdi. Bugün çok şanslıydım. Hemen dökülmesin diye pirinci ekmeğimin içine attım, üstümü giyindim ve yola çıktım. Saat daha 05.00’ti. Normalde 04.45’te yola çıkmam gerekirdi. Okula gitmek için iki yol var: Biri uzun ancak tehlikesiz, diğeri ise kestirme ama hayvanların ve nehrin olduğu patikadan geçiyor. On beş dakika çok önemli değildi, hayatım daha önemliydi. O yüzden tercihimi uzun yoldan yana kullandım.
O uzun yolda ben çok sıkılırım, biraz sabırsızımdır. Sıkılmamak için ya arkadaşlarımla konuşurum ya da koşarak giderim ki erkenden varıp kahvaltımı masada yapayım. Bu seçeneği genelde geç uyandığımda tercih ederim. Yorgun hissettiğim için önce koştum. Arkadaş grubumu yakaladım ve yürüyerek yoluma devam ettim. Yaklaşık 1 saat 45 dakika sonra okula vardığımızda sınıfımı bulup eşyalarımı yerleştirdim. İkinci dersin ortasında en yakın arkadaşımın okulda olmadığını fark ettim. Üçüncü dersin ortasında müdür yardımcımız ve arkadaşımın annesi sınıfa geldi. Annesi ağlıyordu. Müdür yardımcımız acı haberi verdi. Arkadaşım Bob, nehirdeki köprüden okula yetişmeye çalışırken nehre düşüp kaburgalarını, kolunu ve kaval kemiğini kırmıştı.Bu üzücü haberi aldıktan sonra rengim solmuş, canım sıkılmıştı. Son iki dersim kaldığında korkudan bayılacak gibiydim. Ya ona bir şey olsaydı?
Okul bittiğinde koşarak doktora gittim. Arkadaşımın durumunun iyi olduğunu öğrendim ve rahatladım. Doktora gitmek bir yandan iyi, bir yandan kötü. İyi tarafı arkadaşımı görmek, kötü tarafı ise doktor yolunun yaklaşık bir saat uzatması. Neyse ki şans tekrar yüzüme güldü. Annem de oradaydı, yani eve bisikletle dönecektik. “Tehlikeli değil mi?” diye sorarsanız, hayır değil. Bisiklet için düz bir yol var. O yola çok özeniriz, asla üzerinden geçmeyiz çünkü bisiklet bizim en büyük ulaşım aracımızdır. Annem beni bisikletle eve getirdiğinde direkt yemeğimi yedim ve derin bir uyku çektim.
