Büyük Günün Küçük Olayı

            

             En yakın arkadaşım Zeynep ile okul çıkışı bir yerde zaman geçirmeye karar verdik. Zaten cuma olduğundan geç vakte kadar durabileceğimiz geldi aklımıza. “O zaman önce gidelim bir şeyler yiyelim, çünkü ben çooook açım, sonra uzun uzun alışveriş yaparız.” dedim ben. Zeynep “Aaa! Hatta gece bizim evde kalsana. Süper olur. Film falan izleriz.” dedi. Annelerimizi arayıp onaylarınız aldıktan sonra hiç zaman kaybetmeden bir taksi çağırdık. Blabla AVM’nin önünde inip ödememizi yaptık ve hemen yemek yemeye koştuk yoksa ya ben onu yiyecektim ya da o beni yiyecekti.

             İki kocaman hamburgeri bitirip güzelce karnımızı doyurduğumuza göre artık alışveriş yapma zamanımız gelmişti. Abartısız üç saat mağaza dolaşmamız sonucu ben 2 bluz 1 pantolon aldım. Zeynep de kendine efsane bir mont aldı. Siyah pofuduk dışı var, fermuarı altın renginde ve ucunda minik bir yıldız var. En güzel yeri olan kapüşonunun da içinde kürk var. Zeynep montu üstüne denediği anda ikimiz de monta aşık olduk ama ben zaten başka bir mont alma planı kurduğum için almadım.

             Tabi o kadar uzun süre boyunca ayaklarımız üstünde durunca bize bir yorgunluk çökmedi değil. O yüzden terastaki güzel bir kafeye girip bir tatlı iki kahve alıp oturduk. Haftanın genelde 6 gününü beraber geçirdiğimizden konuşacak güncel olaylarımız, dedikodularımız olmasa da her oturduğumuzda nasıl oluyorsa; küçük, saçma bir konuyla başlayıp en az 1 buçuk saat süren bir muhabbetimiz oluyordu, aynı o anda olduğu gibi.

             Saat 10 olduğundan eve geçme kararı alıp tekrardan bir taksi çağıracaktık ki aklıma o geleneksel bakkalımız geldi. Geleneksel bakkalı açıklayayım: Zeyneplerin evinde ne zaman kalsak eve girmeden önce uğradığımız, sokağın köşesinden dönünce göze çarpan, ışıl ışıl süslemeleri olan küçük bir bakkal var. Tam Zeynep taksi çağırma butonuna basmadan ağzımı açacaktım ki kendisi zaten benimle aynı fikirdeymiş, dönüp bana “Kanka, az daha unutuyordum. Hadi bizim bakkala uğruyoruz.” dedi. Çok şükür bakkal yürüme mesafesindeydi de iki dakikada yürüyüverdik. İki poşet dolusu abur cubur alıp çıktık. Elimizde çok eşyayla yürümek istemediğimiz için taksi çağırdık.

             Eve vardığımızda ilk iş olarak bütün poşetleri salona bırakıp ellerimizi yıkamaya gittik. Üstümüzü rahat kıyafetlerle değiştirdikten sonra kıyafet poşetlerini odaya bıraktık. Yastık, yorganlarımızı ve atıştırmalık poşetlerini elimize alıp oturma odasındaki koltuğa yerleştik. Kafede otururken karar verdiğimiz üzere; 3 hafta önce çıktığı halde çok beğeni toplamış, fazlaca ödül kazanmış bir aksiyon filmi izleyecektik. Cipslerimizi açıp filmi başlattık.

             Şaşırtıcı şekilde film gerçekten de övüldüğü kadar başarılıydı. Zeyneple izlerken gözümüzü ayırmadan pürdikkat izlediğimiz, tek odağımızın televizyon olduğu nadir film gecelerinden biriydi. Filmin ortalarına doğru mutfaktan su almaya kalktığım için Zeynep filmi durdurdu. Bardağa su doldururken birden bir korna sesi BİİİİİİİP! Ardından onu takip eden lastik sürtme ve çatırtı sesleri… Dışarıdan gelen ani seslerle irkildim, az kalsın bardağı elimden düşürecektim. Suyumu tezgaha koyup pencereye doğru koştum.

             Görünürde iki araba birbirine girmiş halde, biraz ilerilerinde de yerde yatan bir motor ve, büyük ihtimalle motorun sürücüsü olan, bir genç vardı. Hemen Zeynep’e seslendim “Zeynep koş!”. Zeynep, “Noldu! Noldu!” diyerek koşar adımla mutfağa geldi. Beni pencerede görünce biraz tedirgin oldu çünkü kim 2 katlı villasında böyle bir durumla karşılaşsa endişe etmez ki? Hızlıca yanıma geldi, ben de ona gözümle arabaları sonra motorcuyu işaret ettim. Zeynep “Oha!” diyip ellerini ağzına götürdü. “Ne yapmalıyız?” diye sordum. “Bilmiyorum. Bence inip bakalım, duruma göre birilerini ararız.” dedi. Dönüp alaycı bir tavırla “Kanka durum ortada değil mi zaten?” dedim. “Yani evet, haklısın. Ne bileyim, daha önce bir kazaya şahit olmadım.” dedi.

            

             Sonuç olarak aşağı inmeye karar verdik. İndiğimizde çoktan olay yerini büyük bir kalabalık sarmıştı. Yandaki kaldırımda oturan iki kadın, yanlarında da trafik polisleri vardı. Bir şeyler konuşuyorlardı. Polisler kadınların yanından ayrılınca kadınların yanına koştuk. “Ne olmuş?” diye sorduk. “Yan yana giden iki arabadan biri diğerine göre biraz daha öndeymiş. O sırada şu motosikletli çocuk ikisinin arasından geçerken öndeki arabanın arka lastiğine çarpıp arkada olanın önüne sürünce arabalar birbirine çaprmış, çarpışmanın etkisiyle motor da ileri bir yere devrilmiş.” “Aaaaa!” dedik. “Ama şuan sorun yok. Taner Amca onlara gerekli müdaheleleri yapıyor ve kemerlerini taktıklarından ciddi bir şeyleri olmadığını söyledi.”dedi. Zeynep hemen ayağı fırlayıverdi:”Taner Amcam mıı? Hadi bakıp gelelim.” Kalkıp kalabalığın arasında kel bir kafa aramaya başladık derken 15 saniye geçmeden Zeynep’in emin adımlarla bir yöne doğru yürüdüğünü farkettim ve o yöne baktığımda kel kafa göremememe rağmen düşünmeden onu takip ettim ve bir baktım ki Taner Amca kafasına montunun kapüşonunu geçirmiş.

             

             Peki kim bu Taner Amca? Taner Amca Zeynep’in kan bağı olan amcası ama sadece Zeynep’e değil bütün mahalleye amcalık yapar. Çok tatlı, samimi, sevecen bir adamdır. Aynı zamanda profesyonel bir doktordur da. Bu sebepten burada onu herkes tanır, çünkü o herkese hep yardım eder. Neyse, Taner Amca’nın yanına gidip selam verdik “Yine iş başa düşmüş, kolay gelsin Taner Amca.” dedik. Gülerek “Teşekkürler kızlar.” dedi. “Siz niye buradasınız?”. “Sesi duyunca ne olduğuna bakmak için geldik. Şimdi de geçmiş olsunlarımızı dileyip geri çıkacağız eve”. “Peki o zaman kızlar, size iyi akşamlar. Kendinize dikkat edin.”. “Teşekkürler Taner Amca. Sana da iyi akşamlar.”

             

             Sonra Taner Amca’nın önünde oturan “kazazedeler”e geçmiş olsun diyip eve çıktık. Elimizi yıkayıp ışıkları kapayıp tekrardan salona geçtik. “Hadi başlat o zaman.” dedi Zeynep. “Hemen başlatıyorum.” dedim gülümseyerek ve filmi kaldığımız yerden başlattım.

(Visited 3 times, 1 visits today)