Şimdi, size bu verdiğim senaryoyu düşünün… Ormanın ortasındasınız, hava karanlık, etrafınızda değişik bir mavi renginde parlayan meyve çalıları ve ağaçlar var. Ne yapardınız? Ne düşünürdünüz? Ben açıkçası fazlasıyla şaşırmış ve gerilmiştim. Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamamıştım. Daha bir saat önce yatağımda dev köpek balığı peluşum ile uyuyordum. Şu anda ise telefonum veya herhangi bir iletişim aracım olmadan alışılmadık bir ormandayım… O da eğer bu sıradışı yer ormansa.
Tam etrafıma bakmak için kalkarken bir tane ağacın tepesinden bana bakan iki tane göz gördüm. Peki gece yarısı o gözleri nasıl görmüş olabilirim? Etraftaki parıldayan bitkiler sayesinde… Ve birde gözler fener ışığı gibi ışıldadığı için. Tabikide korkup bağırdım. Kim bağırmaz ki? O yaratık neydi? Acaba bir baykuş mu? Hayır, o kesinlikle bir hayvan değildi. Geriye tökezledim, korku ile o yaratığa bakıyordum. Gözlüklerim olmadan ne olduğunu bilmiyordum ama şeklini görebiliyordum. İnsana benziyordu, ama o muhakkak bir insan değildi.
Tam ona yaklaşma cesaretini toplamışken arkamdan bir kadının kahkaha sesini duydum. Kurtarıldım mı? Elbette hayır. Arkamda üç metre uzunluğunda bir harpi vardı. O nerden çıkmıştı ki? Gözleri parlayan varlık birden irkildi ve ağaçların arkasına saklandı. İçimden bir ses onun harpiye av olmak istemediğini söylüyördu. Bende olmak istemiyorum! Fakat harpinin gözleri benim üzerimdeydi. Hemen kalkıp kendimi bir çalının arkasına attım. Oradan harpinin Latince bir şey mırıldanıp yavaşta o canlının yönünde ilerlemesini izlendim. Kendimi güvende hissettim, ama güvende olmadığımı net bir şekilde biliyordum. Dehşet içinde harpinin o kara peri olduğu çıkan varlığı yakalayıp gülümsediğineşahit kaldım. Harpi, ellerinde o kara periyi tutarak uçup uzaklaştı. Açıkçası, hava o kadar karanlıktı ki harpinin kara periyi gözleri yüzünden bir el feneri gibi kullanması biraz komikti. O peri bir daha görülmeyecek olabilirdi.
Tekrardan ayağa kalktım ve parlayan bir mantarı yolumu aydınlatmak için koparıp aldım. Ormanda gri taşlı bir yolu izlemeye başladım. Bu yol ya beni tehlikeye ya da güvenli bir yere götürecekti. Bundan emindim. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım, ve bunun en iyi yolunun saymak olduğunu buldum. 1258’e geldiğimde artık çekirgelerin ve diğer canlıların seslerini umursamamayı becermiştim, ama artık 3716’da yorgunluktan yere yığılmıştım.
Ondan sonra ne olduğunu hatırlamıyorum, ama kalktığımda kendimi tekrar yatağımda buldum. Yanımda köpek balığı peluşum, gözlüklerim ve eskiz defterim vardı. Tam kendimi bunun bir kabus olduğuna ikna ettirmişken üstümdeki kuru çamuru ve masamdaki ışıldayan mantarı farkettim.
