Sabah 04.30’du. Diğer asker arkadaşlarımla birlikte zırhlı aracın üzerinde savaş alanına gidiyorduk. Bir yandan bomba, diğer yandan mermi sesleri duyuluyordu. Herkes korku içindeydi; kimisi ağlıyor, kimisi etrafa bakıyor, kimisi ise dua ediyordu. Vatanı kurtarmak için bunların hepsi göze alınıyordu.
Zırhlı araç savaş alanına vardıktan sonra bizi hemen makineli tüfeklerin olduğu bölgeye sevk ettiler. Komutanımız cesaret verici bir konuşma yaptıktan sonra savaş alanına doğru koşmaya başladı. Biz de onun peşinden gittik ve asıl zorlu kısım başlamış oldu. Etrafta mermiler uçuşuyor, bombalar patlıyordu. Çığlıklar ve bağırışlar dışında neredeyse hiçbir ses duyulmuyordu.
Karşı taraftaki askerler bize saldırıya geçti. Arkadaki makineli tüfekler adeta alev saçarcasına düşman askerlerine ateş etmeye başladı. Yerdeki çukurlar ve cansız bedenler nedeniyle düzgün yürümek bile mümkün değildi. Tam o sırada karşıdan bir asker ateş açtı ve hemen yere yattım. Ateş kesilince hızla kalkıp ben de ateş etmeye başladım. Birkaç düşmanı etkisiz hale getirmiştim.
Uzun süren bir çatışmanın ardından tanklarımız geldi ve ateş açmaya başladı. Ortalık tam anlamıyla bir kaosa dönüşmüştü. Düşman askerleri neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Tam kaçmaya çalışırken ağaçların arasından zırhlılarımız çıktı ve üzerlerindeki askerler ateş açmaya başladı. Yaklaşık beş dakika sonra ortalıkta tek bir düşman bile kalmamıştı.
Hepimiz büyük bir coşkuyla bu zaferi kutladık, şarkılar söyledik. Güvenli bölgeye geri dönerken bize Mustafa Kemal Paşa’nın tebrik mesajları iletildi. Bu, çok büyük bir başarıydı. Bir sonraki hedef, doğu cephesine desteğe gitmekti.
