Çanakkale’de savaşmak, bir askerin ruhunda derin izler bırakan bir deneyimdi. Her adımda ölümün soğuk nefesini hissetmek, insanın içindeki korkuyu daha da derinleştiriyordu. Etrafımda patlayan şarapnel sesleri, yankılanan çığlıklar, toprağa düşen bedenler… Her şey bir an için kayboluyor, zaman sanki donuyordu. Burada hayatta kalmak, bir görev olmaktan çok, bir zorunluluk haline gelmişti.
Bir gün, arkadaşlarımdan birinin alnına isabet eden bir kurşun içimi paramparça etti. Ne bağırabildim ne de ona yardım edebildim. O an dünya durdu, nefesim kesildi, zaman akmadı sanki. Her adımda bir kayıptan diğerine, ölümle burun buruna ilerliyorduk. Tüm bunlara rağmen bir amacımız vardı: Bu toprakları savunmak ve geriye bir iz bırakmak… Her patlama, her şarapnel sesi, bir adım daha ileri gitmem için bir sebep oluyordu.
Gece karanlığı her şeyi sarhoş etmişti ama biz yine de savaşın zorlukları içinde bir ışık buluyorduk. Çanakkale’de her asker sadece cephede değil, kendi içinde de büyük bir savaş veriyordu. Burada bir adım daha atmak, sadece hayatta kalmak değil; vatanı, halkı ve bağımsızlığı savunmak demekti. Çanakkale’nin toprağı, hem kaybolan ruhların hem de direnen yüreklerin izlerini taşıyordu. Bu savaş bir milleti özgürlüğüne kavuşturan, bizleri bir arada tutan ölümsüz bir hatıra olarak kalacaktı.
