Gizem

Yıl 1923, 25 Aralık Manchester şehrinde yılın en soğuk zamanlarındandı. Herkes karla oyun oynar, beraber kahkaha atarken ben karın içinde bir başka arkadaşımın cesedine bakıyordum. Öldüğü yerdeki saf beyaz kar kızıl bir kırmızıya dönmüştü. Karın içinde sadece vücudundan bir kaç parçası kalmıştı. Ne kadar kanlı bir sahne derken bir anda arkamdan adım sesleri duydum. Kim olduğuna bakamadan kafama sert bir cisimle vurulmuştum. Ne olduğunu daha anlayamadan yavaş yavaş bilincimi yitirdiğimi fark ettim. Yardım demeye çalıştım ama kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Bütün fonksiyonlarım sanki kapanmıştı ve bir soluk içinde her şey karardı…

Ben William Smith 23 yaşında  milyoner bir girişimciyim. Zamanın en genç milyonerlerinden olduğum için baya popülerim ama bu kadar popülerlik bu sayfalar dolusu belgeleri bitirmeye yardım etmiyor diye düşündüm. Milyoner olmanın beraberinde getirdiği bu kadar yükün olduğunu düşünememiştim. Bu işten nasıl kurtulabileceğimi düşünürken kapıdan bir tıklatma sesi geldi. Kapıyı çalanın içeri girmesine izin verdikten sonra içeri giren kişi benim sadık yardımcım Albert çıktı. Şaşırmıştım çünkü günlük rapor verme saatinin biraz erken olduğunu fark ettim. Normalde benim yapılacak işlerinin yüzde 70’ini o yaptığı için sadece akşam yada geceleri rapor verebilmekte. Ona niye bu kadar erken geldin diye soracakken masama bir mektup koydu. Mektup pahalı kağıt ve altından yapılmıştı. Bu değerli mektubu kimin yolladığını soracakken fark ettim. Üstünde CC harfleri yazılı bir mühür vardı. Nasıl dedim. Nasıl ülkenin en zengin adamı tarafından bir mektup almış olabilirim diye kendimi sorguluyordum. Charles Cameron yaklaşık 350 milyon sterlin değerinde hazinesi olan adam tarafından mektup aldım diye iç kriz geçirirken. Albert beni durdurdu ve bence mektubun içeriğini okumalısınız dedi. Çok haklıydı çünkü içinde beni küçük düşüren bir şeyde olabilirdi, bilemeyiz. Ondan bu paha biçilemez mektubu yırtılmasın diye yavaş yavaş açarken bir anda elim kaydı ve kağıt yırtıldı . İçimden hayır, olamaz dedim ve bir köşeye oturdum. Nasıl bu paha biçilemez kağıdı yırtmış olabilirim diye kendi kendimi yerken açık olan camımdan güçlü bir esinti geçti. Döndüğümde mektubun içeriği önüme yavaşça süzülüyordu. Elime aldığımda okumaya başladım. “Bay William Smith  Cameron malikanesindeki kış balosuna davetlisiniz.”

At üzerinde 2 günlük bir yolculuktan sonra gelmiştik. Cameron malikanesi. Görkemli yapısıyla bize bakıyordu. Bu anın gelmesini yıllardır bekliyordum ve milyoner olduğumdan sadece bir yıl sonra fırsat gelmişti. Kapıdaki bekçiye Cameron mührünü gösterdikten sonra kapılar ağır ağır açılmaya başladı. İçeriye girmeden önce bir hizmetçi karşımıza çıktı ve bizi selamladı. Bana karşı bu kadar saygı gösterilmesine çok minnettardım. Etrafa bakarken bir kaç bahçıvan gördüm. Charles Cameron’un çalıdan ihtişamlı bir heykelini biçiyorlardı. İçimden bu adam niye bu kadar kendini göstermeye çalışıyor anlamadım dedim. O sırada gözümün ucundan bir şey yakaladım. Bahçenin öbür ucundan merdiven gibi bir yerden hizmetçiler çıkıyordu. Ellerinde bir şeyler taşıyorlardı ama ne olduğunu kestiremedim. Neyse dedim çünkü beni çok ilgilendirmiyordu. Ana kapıya geldiğimizde 2 uşak beni karşıladı. Onlara selam verdikten sonra kapı açıldı ve gözlerimin içi ışık doldu. Harika gözüken bir balo odası vardı. Altın kaplamalı avizeler, eşsiz tarihi eserler, hayatında asla göremeyeceğin kalitedeki yemekler ve daha fazlası. İçeriye adım attığımda sanki farklı bir dünyadaymış gibi hissettim atmosfer benim ofisimdeki sıkıcı atmosferden çok daha canlıydı. Eğlenebileceğimi ve rahatlayabileceğimi düşünüyordum. Ama bu kadar önemli isimler ve iş fırsatları olduğunda birkaç anlaşma ve iş yapabilirim. Etrafa göz attığımda ilgimi çeken ilk şey balodaki önemli isimlerini sayısının uçuk olması. Hem ülkenin 2. ve 3. en zenginleri hem de yurt dışından gelen ünlüler toplanmıştı bir araya. Onlarla bir iş anlaşması yapmadan önce oturacak bir yer bulmam gerek dedim. Yakındaki bir uşağa adımı söyleyip nereye oturacağımı sordum o da 7. numaralı masaya oturabileceğimi söyledim. 7 . numaralı masayı ararken yakın bir arkadaşımla karşıya karşıya geldim. Adı Anna Knox o da benim gibi bir girişimci. Bir kaç dakika sohbet ettikten sonra öğrendim ki başka arkadaşlarım da balodaydı. Biraz daha konuştuktan sonra ayrıldık ve düşündüm ki ne kadar güzel bir kız. Ama unutmamalıydım ki şuan daha önemli bir işim vardı. Oturacağım yeri bulmak. Yaklaşık 3 dakika (tuvalet molasıyla beraber 10 dakika) sonra yerimi buldum ve oturdum. Masada 8 tane sandalye vardı. Benle beraber 5’i doluydu sandalyelerin. Masada oturanlara baktığımda çoğunu tanımıyordum ama ülkenin 2. en zengin kadınıyla aynı masada oturuyordum. Bundan dolayı çok heyecanlıydım, sonunda vaktime değer harika bir pazarlık yapabileceğim diye düşündüm. Biraz vakit geçtikten sonra kalan 3 kişi gelmişti. Biri yakın arkadaşım Arthur Steel’dı. Onunla liseden beri tanışıyorduk ve ikimizde baya iyi anlaşıyorduk. O da bir girişimci olarak harika işler bulabileceğini düşünüyordu. Yemekler servis edilene kadar konuşup şakalaşırken bir cam çınlaması yankılandı salonda. Sesi merdivenin en tepesinden ev sahibi Charles Cameron yapmıştı. Herkesin odağı ona yöneldiğinde bizi karşıladı ve baloya katılanlarla bu toplanışın herkese katkı sağlayacağını anlatıyordu. Biraz daha konuştuktan sonra yemeklerin birazdan servis edileceğini duyurdu sonra o da bir masaya oturdu. Yemekler bir süre sonra servis edildi ve inanamadım bu yemekler benim toplam değerimin nerdeyse yarısı. Ev sahibinin bu kadar parayı yemeklere harcayacağını hiç düşünmezdim. Yine de bu yemeği ev sahibi bize bahşettiği için teşekkür ediyorum. Ziyafet bittiğinden artık dans vakti gelmişti. Ev sahibi ilk olarak karısıyla bir süreliğine dans etti. Daha sonra bazıları kalkıp dans etmeye başladı. Arkadaşımda nişanlısıyla dans etmeye başladı. Onları izlerken düşündüm ki bende mi dans etsem. Ama hiç sevgilim yada öyle biri olmadı. Yani bu kadar para yapma fırsatım varken niye sevgili yapıyım ki. Kendi kendime niye parayı sevgiden üstün bulduğumu anlatırken. Benim sadık yardımcım Albert geldi ve niye bu kadar yalnız olduğunuzu söyledi. Bende dans edecek kimse olmadığını söyledim o da sanki önemli bir fırsat bulmuş gibi beraber dans etmeyi söyledi. Şaşırmıştım 60’lı yaşlarında birisi nasıl dans edecek ki. Ayıp olmasın diye kabul ettim ama Albert’ın  gençlik yılları çoktan geçtiyse de bu yaşlı adam acayip hareketler gösteriyordu. Bir süre sonra herkes yerlerine yerleşti ve ev sahibinin kapanış konuşmasını dinliyordu. Bende o sırada somurtuyordum çünkü hiçbir ünlüyle bir iş kapamamıştım. Arkadaşımda hiç bir anlaşma yapamamıştı. Bunları konuşurken kafamın üzerine toz döküldüğünü fark ettim. Yukarı baktığımda destek direklerin üstünde bir şeyin hareket ettiğini gördüm. Yavaş yavaş avizenin bağlandığı ipe yaklaşıyordu. Olan durumu fark edince avizenin tam altında duran ev sahibini uyarmaya çalıştım ama çok geçti. Yukardaki kişi ipi kesmesiyle beraber avize ev sahibinin üzerine düştü. Avizenin üzerindeki mumlar yere düşen avizenin tahtasını yakmaya başladı ve büyük bir alev balo odasının ortasında belirdi. Bir anda sessizlik daha sonra çığlıklar. Herkes nasıl olduğunu anlamaya çalışıyor, ev sahibinin karısı yukardan koştura koştura gelip yere oturup ağlıyor ve bazıları sadece izliyor. Bende şaşkın bir şekilde alevlere bakıyorum. Yanan avizenin içinde kanlı bir kola bakakalmıştım. İnanamadım az önce biri kayboldu.

Bir saat geçti herkes travmatize olmuştu. Kimse böyle bir şeyin nasıl olabileceğine anlam veremiyor. Bazıları korkudan gitmek istiyorlar ama güvenlik onları çıkarmıyorlar. Herkes bir panik içinde. “Bunu bir kişi mi yaptı yoksa bir kaza mıydı?” Sorusu kafalarında yankılanıyordu. Avizenin yanına yaklaştım. Çoktan etraf toplanmıştı ama belki bir iz, ipucu olabilir diye düşündüm. Ama hiçbir şey bulamadım. Güvenliklerden biri beni yanına aldı ve bir odaya götürdü. Odada 12 kişi vardı bunlardan ikisi benim arkadaşlarım olan Arthur ve Anna. Diğerleriyse de 2. ve 3. ülkenin en zengin kişileri Brianna Brown ve James Welton, kalanlarını tanımıyordum. Yanımda oturan Anna bana James’in bizi buraya çağırdığını söyledi. Durumu bana anlatırken James konuşmaya başladı. Dedi ki “Sizi buraya toplama nedenim bazılarınızın ev sahibine yakın olması ve o avizenin nasıl düştüğünü görmeniz.” Mantıklı bir açıklamayla toplamış bizi diye düşündüm. Daha sonra James herkesin ne gördüklerini anlatmasını istedi ve ilk benim başlamamı istedi. Bende neler gördüklerimi anlattım. Kalan herkes de benzer görüşler anlattı. Ama özellikle Brianna’nın gördükleri beni şaşırttı. Ellerini yıkadıktan sonra aşağı inerken siyah ceketli birini yukarı çıktığını görmüş. Herkes dona kaldı, bu odada 4 kişi siyah ceket giyiyor. Ben, James, Arthur ve tanımadığım biri. Bir anda James sanki ona suç atılıyormuş gibi kendini savunmaya çalışırken içerden çığlıklar ve silah ateşlenme sesi duyulmaya başladı. Odadaki güvenliklerden beri içeriye bakmaya gitti ama kapı dışarıdan kilitlenmişti. Güvenlik bütün gücüyle kapıya vuruyor ve yardım istiyor. Odadaki erkekler hemen güvenliğe yardımına koştu ama kapı hareket etmiyordu. O sırada Anna odanın köşesinde bulduğu bir levyeyi bana uzattı. Kendimce çok güçlü olmadığım için en güçlü gözüken kişiye verdim levyeyi. O da bütün gücüyle kapıya vurduktan sonra kapıyı kırmayı becerdi. Kırılan delikten kolunu sokan James kapı kolunu bulup dışardaki kilidi açmayı becerebildi. Kapıyı açtığımızda kahverengi tahtalardan yapılan balo salonu kızıl bir kırmızıya bulanmış. Yerde ölü vücutlar, boş mermi kovanları ve kan izleri. Bu sahneye görenlerin bazıları yere çöküp ağlamaya başladı. Bazılarıysa bu kanlı sahneye dayanamayıp kusmaya, öğürmeye başladı. James herkesin sakin kalmasını söylüyordu ama iş yaramıyordu. Bazıları onların arkadaşlarıydı, aileleriydi bu kayıp onlara çok fazlaydı. O sırada bende Albert’ı arıyordum. O benim neredeyse tek ailemdi. Etrafı ararken bir cesedin hareket ettiğini gördüm hemen yanına yaklaştım neler olduğunu sordu. Neredeyse yarı-ölü güvenlik göğsünü tutarken bana bir şeyler anlatmaya çalıştı sadece tek bir şey duyabildim “Arkanda” Bunu duyduktan sonra hemen arkama baktığımda bir grup insan gördüm içlerinde Albert da vardı. Albert’ı görünce rahatladım iyi ki bir şey olmamış ona dedim. O sırada güvenlik son nefesini vermişti.

Katliamdan sonra hayatta kalanlarla beraber bir toplantı yapmaya karar verdik. Çoğu olay anından uzak olduğu için bilmiyor ama o güvenlikten bir şey önemli bir şey öğrendim. Hayatta kalanlardan biri katliamı gerçekleştiren kişi ama kanıtlayamadığım için sustum. O sırada James hayatta kalanlara sorular yağdırıyor ama hiçbiri bunlarla uğraşmak istemiyordu. Ona onları rahat bırak dedim ama beni dinlemedi ve devam etti. Sonunda dayanamayıp onun kolunu tuttum. James bana döndü ve bana bir anda saldırdı. Ben yere düşerken James üzerime atlayacak gibiydi ama diğerleri onu son anda tuttu ve onu engelledi. Daha sonra hepsi senin suçun gibi bir şeyler söylemeye başladı o sırada kafamı yere vurmadan önce son anda tutan Arthur bana James ve ev sahibinin yakın arkadaş olduğunu anlattı. Onu zamanında uyaramadığın için ölümün sebebinin sen olduğunu düşünüyor dedi. James biraz daha sakinleştiğinde konuşmaya devam ettik ve bir fikir bulduk. Katille ilgili ipucu bulmak için bütün malikaneyi arayacaktık. Ama dağılma riskini göz önünde bulundurmamız lazım dedim. Diğerleri de katıldı bu fikre ancak tek grup ararsak çok uzun süreceği için 4 gruba ayrılmaya karar verdik. Ben Anna ve Albert’la eşleştim yanımızda bir kaç kişi daha vardı. Biz grupla beraber arka tarafı aramayı seçtik. Giderken yanımıza kendimizi savunmak için kullanabileceğimiz eşyalar aldık ama gerçek bir silaha karşı etkili olmayacağını biliyorduk. Arka tarafta çok bir şey yoktu sadece arka bahçeye giden bir geçit ve mutfak vardı. İki tane arayacak yer olduğu için ayrılmayı talep ettim herkes kabul etti. Ben ve Albert arka bahçeye gittik. Gece olmuştu ve kar yağıyordu dedik ki belki ayak izi bulabiliriz ancak kar her şeyi kaplamıştı. Onca aramadan sonra dahi hiçbir şey bulamamıştık ve diğerleriyle buluşmaya gidecekken hatırladım. Arka bahçede merdivene benzer bir şey vardı. Binanın içine girerken gözümün ucundan görmüştüm. Bir anda o yöne doğru koşmaya başladım ve buldum. Karlarla kaplı karanlığa giden bir merdiven. Bir anda içime bir his girdi, o his bana oraya girme diyordu. Ama başka bir seçeneğim yoktu, cebimden çıkardığım çakmakla merdivenin kenarında duran mumu yaktım ve merdivenden aşağı doğru yürümeye başladım. Etraf simsiyahtı sadece mumun ateşi merdiveni aydınlatıyordu. Aşağı gitmeye devam ederken kafam bir şeye vurdu. Neye vurduğuma baktığımda önümde bir kapının olduğunu gördüm. Kendi kendime nasıl koskocaman kapıyı göremedim derken kapı ağır ağır açılmaya başladı. Sanırım kafamı vurduğumda kapıyı da açmış oldum. İçeri baktığımda sıra sıra dizilmiş variller vardı yaklaştığımda sirke kokusu almaya başladım. Burası şarabın saklandığı yer dedim ve devam ettim araştırmaya. Varil dolusu şaraplarla kaplı odalardan geçerken uzaktan farklı bir mumun ışığını gördüm yaklaştığımda bir kadının sesini duydum. Bir şeylerden bahsediyordu ama tam duyamıyordum ne dediğini. Yaklaştığımda sanki silaha mermi dolduruyormuş gibi sesler geldiğini fark ettim. Bu kadın o katillerden biri dedim ve kaçmaya hazırlanırken bir şişe şaraba çarptım. Şarap şişesi düştüğünde ses mahzenin içinde yankılandı sessizlik daha sonra adım sesleri. O kadını bana yaklaşıyor acilen bu durumdan kaçmam lazım dedim düşünerek. Ve aniden koşmaya başladım kapının nerde olduğunu hatırladığım için bütün kuvvetimle kaçtım oradan. Arkamdan silah sesleri geliyor olsa dahi koşmam lazımdı kapıya geldiğimde mermilerden biri koluma isabet etti acı içinde kapıdan dışarı çıkıp kilitledim. Ama biliyordum ki o kilit dayanmayacak. Kolumdaki acı giderek keskinleşiyordu ama dayanmam gerekti eğer diğerlerini bulabilirsem bu durumdan kurtulabilirim dedim. İçeriye giden geçide geldiğimde bir şeye takılıp düştüm. Neye takıldığıma baktığımda bana doğru bakan bir göz gördüm. Korkudan bağırdım ve geriye gittim. Bu ceset burada yoktu bu kim olabilir dedim ve gördüm. Anna’nın yanında hep taşıdığı kolye, kana bürünmüş bir koldan sarkıyordu. Bir arkadaşımı daha kaybettim. Eğer buraya gelmeseydim bunları görmeyecektim dedim. Ayağa kalktım çünkü şuan üzülemem, gördüğümü diğerlerine iletmeliyim derken arkamdan bir ses geldi. Ne olduğunu daha anlayamadan kafama biri vurmuştu. Darbenin şiddetinden dolayı yere düştüm. Acıdan bağırmaya denedim ama ses ağzımdan çıkmıyordu, çıkamıyordu daha doğrusu. Kafama vuran kişi bütün fonksiyonlarımı kapatmış gibiydi. Son bir kere daha kalkmayı denedim ama deneyemeden her şey karardı.

Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Karlı bir bahçe değil de bir odanın içindeydim. Biri acaba beni kurtarmış olabilir mi diye düşünürken yere düştüm hala darbenin etkisinden dolayı hareket edemiyordum. Çırpınmaya çalışırken bir ses duydum bir kapı açılıyordu, içeri giren kişinin ayak sesleri bana yaklaşıyordu. Kişinin kim olduğuna bakmaya çalıştığımda beni kaldırdı ve sandalyenin üzerine oturttu. Karşıya baktığımda bu kişinin Albert olduğunu gördüm. Ona beni kurtardığı için teşekkür edecekken sözümü kesti ve asla duymak istemediğim şeyi söyledi. “Anna’yı ben öldürdüm.” dedi. Gülmeye başladım hiç komik bir şaka değil dedim. Ama bana bakarken anladım. Evet, o onu öldürmüştü. Niye dedim o sana ne yaptı dedim. Bunun için bir sebep olmalı dedim. Beni dinlemedi ve bir hikaye anlatmaya başladı. “Bir zamanlar Albert Armstrong ve ailesi ülkenin en zengin ailesiydi ta ki Cameron ailesi Albert’ın babasını yapmadığı bir skandala bulaştırarak bütün hazinesi almayı becerdi. Artık parasız, evsiz kalmışlardı. 1-2 yıl sonrada babası intihar etti. Bu Albert’ı derinden etkiledi be Cameron ailesine büyük bir kin duymaya başladı. Charles Cameron’ın karısı yani Albert’ın kız kardeşiyle beraber bir plan yaptılar bu planda ev sahibini öldürecek ve büyük bir olay çıkaracaklardı. Bunlar zaten yaşandı, plan başarılı oldu” dedi Ama anlamadığım bir şey var niye beni öldürmedin dedim. O da benim saf olduğumu ve bunları hak etmediğimi söyledi. Bir anda dışardan sesler gelmeye başladı  Albert dışarda neler olduğuna bakmak için dışarı çıktığında kafasında bir silahla buldu kendisini. Polisler gelmişti.

Bir gün sonra hastane yatağında gazete okurken Arthur geldi yanıma. Bana “Charles Cameron Malikanesi Olayı” adlı bir rapor getirdi. Raporda ölenler listesi ve suçlular yazıyordu. Onu okurken aklıma bir soru geldi. “Benim yerimi nasıl buldunuz?” dedim. Arthur’da “Albert seni levyeyle kafana vurduktan sonra sizi takip etmeye başladım.” dedi. Güvenebileceğim bir arkadaşımın olmasına çok mutluyum. Daha sonra bütün gün beraber konuştuk olayla ilgili.

 

(Visited 6 times, 1 visits today)