Silah arkadaşlarımla tan yerinin ağarmasını bekliyoruz. Düşman, Conkbayırı’ndan asker çıkartacak. Onlara karşılık vermek üzere gece boyu siper kazdık Arıburnu’na. Kollarımı hissetmiyorum. Alnımdan ter mi akıyor kan mı bilemiyorum. Zaten kahvaltıda da bir şey yiyemedik. Yedek kuvvetler Tekirdağ’dan gelirken köylerden alabildiklerini alabilmişler sadece, onları da yolda bitirmişler. Bize yemek çıkmadı bugünlük. Neyse bari, dün gece et suyuna çorba yapılmıştı, oh valla düşünürken bile içim ısındı, sıcacık iyi gelmişti. Ama ne yapalım, bugünlük akşama İngilizlerin siperlerinden aldığımız konserve fasulyeleri beklemem lazım. Gün boyu çıkartmalara karşılık vereceğiz. Yemek çıkmayacakmış.
Ben 19. Tümen’e bağlı bir askerim. Komutanımız Yarbay Mustafa Kemal. Kendisini Şam ve Trablusgarp’taki başarılarıyla gazetede okurken tanımıştım. Emrinde olmayı daha o günden istemiştim. Diğer komutanlar gibi değildi. Çok zeki ve ileri görüşlü bir adamdı. Farkı; yaptığı her hareket, söylediği her sözcük ve verdiği her emirden kolayca anlaşılırdı. Her gün hepimize okuma yazma öğretiyordu. Okuma yazmayı da bizzat o öğretmiştir bize. Artık telgrafçının yanında çalışıyorum. Yarbay da telgraf çektirmek için geliyor bazen. Her ne kadar cephede rastlayamasam da orada sık sık Mustafa Kemal’i görebilme şerefine nail olabiliyorum.
Sanırım düşman çıkartmaya başlıyor. ‘Süngü tak!’ emri geldiğine göre biz de taarruz yapacağız. Süngüyü takarken elimdeki kanı fark ettim. Parmaklarımın arasına akmış ve parmaklarım birbirine yapışmıştı. Yanımdaki arkadaş Kur’an okuyordu. Ona süngü takma emrinin geldiğini söyledim. Ancak bacakları tutmuyordu. Ayağa kalkması imkansızdı. Ben burada kalıp dua okuyacağım, dedi. Bir şey demedim. Süngümü taktım ve pozisyonumu aldım.
Onbaşı emri verdi. Taarruza geçtik. Allah Allah nidalarıyla bütün tepeyi doldurduk ve düşmana doğru koşmaya başladık. Şarapnel parçaları üstümüzden geçiyor, bazılarıysa hemen yanımıza çakılıyordu. İçimizdeki korkuyu bastırmak için hep bir ağızdan bağırıyorduk. Toprak, ayaklarımızın altından kayıyor, kimi arkadaşlarımız düşüyor ama hemen kalkıp ilerlemeye devam ediyordu. Arkamdan bir çığlık duydum, dönüp baktığımda yüzüme sıcak bir şey sıçradı. Ne olduğunu düşünmeye fırsatım bile yoktu, koşmaya devam ettim.
Düşman siperleri yaklaşırken içimde bir ürperti belirdi. O an, sanki zaman ağırlaştı, her şey gözümün önünde yavaşladı. Yanımda koşan bir arkadaşım aniden dizlerinin üstüne düştü, gözlerimde büyüyen o anı hafızama kazıyıp devam ettim. Tüfeği daha sıkı kavradım. Öndeki onbaşı siperin içine atladı, biz de peşi sıra atladık.
İçeride neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Süngümü ileri uzatıp bir düşmanı karşılar gibi hazır bekliyordum. İçerisi kan, barut ve ter kokuyordu. İngilizler şaşkına dönmüştü. Boğuşmalar başlamıştı. Önümde genç bir anzak askeri, yüzünde donuk bir korku ifadesiyle bana bakıyordu. O an her şey sustu sanki. Savaşın anlamsızlığı bir anlığına zihnime doldu. Ancak bir saniyelik tereddüt hayatıma mal olabilirdi. Ne olacağını düşünmeden ileri atıldım.
Bir çığlık daha duydum. Arkadaşlarımın bazısı düşmüştü ama biz siperin büyük kısmını ele geçirmiştik. İçimdeki korku, yerini yorgun bir zafer duygusuna bıraktı. Etrafıma bakarken telgraf için kullandıkları köşede birkaç kâğıt gözüme ilişti. İçlerinden birini aldım, titreyen ellerimle katlayıp cebime sıkıştırdım.
Güneş yavaş yavaş yükselirken, Conkbayırı’nda yeni bir gün başlıyordu. Biz hala ayakta olanlar, düşmüş arkadaşlarımızı geride bırakarak bir sonraki emri bekliyorduk. Bugün de buradayız. Bugün de vatanı koruyoruz.
