Bir gün sınıfta otururken öğretmenimiz tahtaya büyük harflerle şu cümleyi yazdı: “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir.” Altına da Mustafa Kemal Atatürk’ün ismini ekledi. Hepimiz bu cümlenin anlamını düşündük. Gözlerimi kapattım, kendimi bambaşka bir yerde buldum. Sanki zaman yolculuğu yapıyordum. Yıl 1923’tü. Anadolu’nun yoksul bir köyündeydim. Çocuklar ayakkabısız, üstleri başları toz içindeydi. Okul yoktu, öğretmen yoktu, hayaller bile sessizdi.
Tam o sırada Atatürk köye geldi. Yanında kitaplar, bayraklar ve öğretmenler vardı. Herkes şaşkınlıkla bakıyordu. Çocukların gözleri parladı. Atatürk diz çöktü, bir çocuğun gözlerinin içine bakarak, “Artık yalnız değilsiniz.” dedi. İşte o anda “Cumhuriyet” sadece bir yönetim şekli değil, bir umut, bir ışık olmuştu. Kimsesiz olan herkesin arkasında duran bir güçtü.
Gözlerimi tekrar açtığımda sınıftaydım. Ama artık bu cümlenin gerçek anlamını biliyordum. Atatürk, Cumhuriyet’i sadece halkın yönetime katılması için değil, en çok da sesi duyulmayanların sesi olsun diye getirmişti. İşte bu yüzden Cumhuriyet bizim en büyük hazinemizdir. Herkes eşittir, herkes değerlidir. Ve kimse artık kimsesiz değildir.
