Bir gün biri beni aramıştı. Açtığımda o Cristiano Ronaldo’ydu. Beni kendisinin, benim, Atatürk’ün, Picasso’nun ve La Fontaine’nin olduğu bir yemeğe çağırmıştı. Hemen kabul ettim. Yemek, ertesi gün akşamıydı. Yemek akşamı için çok heyecanlıydım. Zaman geldi ve takım elbisemi giyip yola koyuldum.
İlk gelen ben değildim. Benden önce Atatürk gelmişti. Diğerlerini bekledik. Onlar da gelince siparişimizi verdik ve hayatlarını dinlemeye başladık. Sıra bana geldiğinde yemeklerimiz de gelmişti. Hem yemek yeyip hem de hayatımı paylaşıyorduk. Hayatımın çok zor ve yorucu olduğunu söyledim. Atatürk, gülümser bir yüzle bana baktı ve ” Çocuk, biz senin yaşındayken yurdu kurtarmak için savaşıyorduk.” dedi. Çok utanmıştım, daha çok çalışmamız gerektiğini düşündüm. Ama sevgisi ortamı hemen ısıttı ve çaylarımızı söyledik. Ronaldo, demleme çayı çok sevdiğini söyledi ve tam beş tane çayı arka arkaya içti. Çok şaşırmıştım.
La Fontaine çok komik birisiydi. Sürekli bize hayvan taklidi yapıyordu. Tüm gece gülüp eğlendik. Onu da favorisi benimki gibi fırın sütlaç yemekti. Ama yemeğin en can alıcı kısmı, beş gün sonra eve kargoyla ulaşan bir tabloydu. Picasso, o gecenin hatırası olarak hepimizin aynı masada olduğu bir resim çizmişti.
