Etrafı yeşillikle çevrili, deniz kıyısında bulunan, adeta dış dünyadan bağımsız kocaman bir ev duruyordu karşımda. Bu devasa yapının etrafını saran, sarmaşıklara bürünmüş demir çitler o kadar yüksekti ki evi görmeyi imkansızlaştırıyordu. Bahçeye giriş kapısı gösterişten uzak fakat zamansız bir ihtişam sunan siyah ferfoje demirden yapılmıştı. Kapı abartısız dövme demir motiflerle süslenmişti. Kapının yanındaki direklerde, geceleri etrafına loş bir ışık saçan ancak etkileyici bir atmosfer yaratan nostaljik fenerler vardı. Kapının ardında çakıl taşlarıyla kaplı; iki tarafı meşe, söğüt ve çınar ağaçlarıyla çevrili, uzun bir araba yolu vardı. Yolda ilerlerken bahçenin bakımlılığı gözünüze çarpıyordu: özenle budanmış çalılar ve çimler, simetrik peyzaj düzenlemeleri evin bahçesine doğal bir zarafet katıyordu. Yolun sonunda mimarlık harikası bir ev sizi karşılıyordu. İhtişamlı yapısının yanı sıra samimi bir tasarıma sahip bu ev karşısında hayranlık duymamak elde değildi. İspanya’da karşılaşabileceğiniz geleneksel Akdeniz evlerini andıran bir tasarımı vardı evin.
Kapıdan içeri girdiğinizde sizi karşılayan geniş, yüksek tavanlı giriş holünde, mermer zemin ve loş bir aydınlatmayla sıcak bir atmosfer yaratılmış. Büyük kemerler ve zarif sütunlar mekana klasik bir estetik katıyor. Sağ tarafta zarif yapısıyla geniş bir mermer merdiven yukarıya çıkıyor. Her sütunun altında bulunan yeşil bitkiler iç mekana doğallık katarken şık mobilyalar modern ve varlıklı bir izlenim yaratıyor. Holde ilerleyince salona geliyorsunuz. Salon o kadar güzel tasarlanmıştı ki eş zamanlı olarak Akdeniz ve Ortadoğu esintisini hissedebiliyordunuz. Yere serili el dokuma kilim, devasa salonu daha mütevazi bir yer yapıyordu. Salondaki tablolar ve vazolar inanılmaz güzeldi. Salondan arka bahçeye açılan kapıdan dışarı çıktım. Adeta dünya üzerindeki cennetti burası! Doğa ve ev yıllar içinde birbirine o kadar uyum sağlamıştı ki neredeyse birbirlerini tamamlıyorlardı. Bahçede kocaman ve konforlu koltukların olduğu bir oturma alanı, oturma alanının karşısında ise çok güzel mozaiklerle kaplı bir yüzme havuzu vardı. Havuzun az ilerisinde meşe tonlarında bir çardak, çardağın hemen yanında da bir tane süs havuzu vardı. Antik yunan heykellerinden esinlenmiş motiflerle yapılmış süs havuzunun fıskiyesinin sesi insanın içini huzurla dolduruyordu. Bahçenin her köşesinde her türden ağaca rastlamak mümkündü. Süs havuzunun yanındaki kiraz ağacından biraz kiraz koparıp arka kapıdan tekrar eve girdim. Salondaki bitkilerin arasından geçerek giriş kattaki diğer odaları gezmek için salondan çıktım.
Salonun sağındaki oda mutfaktı, boydan boya ön bahçeye bakan pencerelerle çevrili mutfağın ortasında da bir tane ada vardı. Tam ideal boyutta olan bu mermer adada yemek yemek çok keyifli olmalı. Mutfak tezgahları da fazlasıyla geniş olduğu için yemek yapmak da insanı rahatlatıyor olmalı. Mutfakta her çeşit kahve makinesi vardı, büyülenmiştim. Mutfaktan çıktım ve diğer odaların olduğu yöne doğru ilerledim. Uzun, geniş ve bitkilerle dolu bir koridordan geçtikten sonra karşınıza bir yol ayrımı çıkıyor. sağdan gitmeyi tercih ederseniz yatak odasına çıkıyorsunuz. Deniz manzaralı bu odada iki kişilik bir yatak, yatağın yanında küçük, sevimli komodin ve komodinin üstünde başucu kitapları ile bir yığın takı vardı. Odadaki camın yanında bir ahşap masa ve bir de sandalye vardı. Masanın üzerinde makyaj malzemeleri, kokulu mumlar ve onlarca parfüm vardı. Ev geneli vanilya ve kahve kokuyordu zaten. Yatak odasının içinde aynı zamanda banyo ve giyinme odası da vardı. Boydan boya aynayla kaplı giyinme odasının sahibinin zevkine göre düzenlendiği çok belliydi. Doğru aydınlatma kullanıldığı için denenen kıyafetlerin üzerinizde kötü durma olasılığı yoktu. Odanın banyosu gayet genişti, duşun rengarenk fayansları banyoya ayrı bir hava katıyordu. Lavabonun üstü cilt bakım ürünleriyle doludu. Yatak odasından çıktıktan sonra soldaki odaya yöneldim. Bu odaya girip sağ döndüğünüzde yanınızda kalan cam kapının ardında Türk hamamı vardı. Tepesinde işlemeli bir kubbe olan bu hamamın geleneksel bir Türk hamamından farkı yoktu. Odada biraz daha ilerleyince diğer yanınızda kalan cam kapının ardında sauna vardı. Kapıyı açınca ciğerlerime dolan sıcak havadan bunalıp geri kapattım kapıyı. Odanın en sonunda da büyükçe bir jakuzi vardı. Farklı şiddetlerde ve tazyiklerde su püskürtebilen bu jakuzide banyo yapmanın ne kadar rahatlatıcı olacağını düşündüm ve o odadan çıktım.
Evin girişindeki merdivenlerden yukarı çıktım ve gördüğüm manzara karşısında nutkum tutuldu. Evin bahçesini cennetten bir parça sanarken gerçek cennet karşımda duruyordu! Üst katın tamamı metrelerce uzun kitaplıklarla, sayısız plaklarla, müzik kasetleriyle, ve her çeşit kokuya sahip mumlarla doluydu; duvarların tamamı ise posterler ve notlarla kaplıydı. Ömrümün sonuna kadar burada yaşayabilirdim. Hemen plak çalara Frank Sinatra’nın “Strangers In the Night” albümünü taktım ve kitaplığa dayalı merdivene tırmanıp en üst raftan başlayarak kitapları incelemeye başladım. Uzun zamandır okuma istediğim bir kitabı elime aldım ve üst katta gezinmeye başladım. Yatak odasının üst katına denk gelen oda çalışma odasıydı. Odada neredeyse iki buçuk metrelik bir çalışma masası vardı. Masanın aydınlatması o kadar özenle tasarlanmıştı ki çalışırken gölgeniz masaya düşmüyor ve size engel olmuyordu. Deniz kıyısına vuran dalgaların sesi bu odadan çok net duyuluyordu, çalışırken içinizi huzurla kaplayacak bu ses sizi stresten de uzak tutuyordu. Dalgaların yatıştırıcı seslerini dinlerken uyuya kalmışım, gözümü açtığımda kendimi sıramın üstünde yatarken buldum.
