Sabah uyandığımda içimde tuhaf bir boşluk vardı. Sanki hiçbir şey hissetmiyordum. Ne mutluluk ne hüzün ne de heyecan… Yatağımdan kalkıp aynaya baktım. Yüzümde hiçbir ifade yoktu. Bu garip durumun sadece bana özel olduğunu düşündüm, ancak mutfağa gittiğimde her şey daha da tuhaflaştı. Annem ve babam kahvaltı yapıyordu, ama konuşmadan, birbirlerine bakmadan… Normalde güne neşeyle başlayan kardeşim bile sessizce yemeğini yiyordu.
Sokağa çıktığımda insanların hiçbir tepki vermeden yürüdüğünü fark ettim. Çocuklar oyun oynamıyor, esnaf müşterilere ilgisizce bakıyordu. Bir trafik kazası olmuştu ama kimse yardıma koşmuyordu. Yerde yatan adam bile acı hissetmiyor gibiydi. İnsanlar sadece yollarına devam ediyordu, sanki robotlaşmışlardı.
Okula vardığımda sınıf arkadaşlarım da aynıydı. Kimse konuşmuyor, kimse gülmüyor, kimse sıkılmıyordu. Öğretmen tahtaya ders notlarını yazıyordu ama sesi donuk ve ifadesizdi. Ne dersle ilgilenen vardı ne de sıkılan… Sanki herkes sadece bedenen buradaydı ama ruhları yok olmuştu.
Gün ilerledikçe, insanların birbirlerine karşı tamamen ilgisiz olduğunu fark ettim. Hiç kimse kavga etmiyor, kimse sarılmıyordu. Ne sevgi ne nefret ne de şefkat vardı. Aileler sadece aynı evde yaşayan bireylerden ibaretti. Toplumun kuralları vardı ama kimse onları sorgulamıyordu. İnsanlar yalnızca var oluyordu, yaşamıyordu.
Gözlerimi kapatıp tekrar uyandığımda her şey normale dönmüştü. Annem gülümsüyor, babam gazetesini okuyordu. İnsanların yüzlerinde duygular vardı. O an anladım ki bizi biz yapan, hayatı anlamlı kılan şey duygularımızdı.
