Bir gün gökyüzünden mavi erine yeşil yağmaya başladı ve her şey değişti. Küçük bir köyde, teknolojiye sahip büyük şehirlerde uzakta, hiçliğin ortasında yaşayan küçük bir çocuktum. Bir gün arkadaşlarımla top oynamak için sokağa çıkacakken, aniden apaçık olan gökyüzünü lacivert fırtına bulutları kapladı. Renklerine o kadar şaşırmıştım ki gökyüzünden yağan yağmurun yeşil olduğunu yüzüme düşene ve bana dayanılmaz bir acı verene kadar fark edemedim.
Bir anda yağmaya başlayan bu garip yağmur, düştüğü yerden siyah dumanlar çıkmasına sebep oluyordu. Canımın yandığını gören babam beni tuttuğu gibi evin içine attı ama bunu yaparken kolu yanmıştı. Bize düşünmeye fırsat vermeden evin çatısı delindi ve yağmur içeri girdi. Babam anide üzerime fırladı ve beni evimizin kiler olarak kullandığımız küçük odasına doğru itti. Oda çok küçük olduğu sadece birimiz sığabilirdik. Babam kilerin kapısını kapatmadan önce burada onu beklememi ve dışardaki sesler kesilinceye kadar burada kalmamı söyledi. Geri geleceğini söyleyerek ufacık olan beni rahatlatmak istedi. Ne kadar büyük bir yalan olduğunu birkaç saat sonraya kadar fark edemedim.
Odadan çıkıncaya kadar babamın beni gelip alacağına, abilerimle ve annemle tekrar görüşeceğimi düşünerek bekledim. Seslerin kesildiğinden emin olunca dışarı fırladım. Ama hiçbir şey yoktu. Tüm evler, tüm insanlar kaybolmuştu. Köyümün bir zamanlar olduğu yerden gri bir duman yükselirken her yerde yeşil su birikintileri vardı. Evlerden geri birkaç etrafa dağılmış taşlar ve temellerinden başka bir şey kalmamıştı. Tüm köy bir kaç saat içinde erimiş ve küle dönmüştü.
Korku içinde dizlerimin üzerine düştüm. Bir saat kadar orada sessizce, donuk bir yüz ifadesiyle bekledim Tanıdığım hiç kimse artık yoktu. Bu ani olayın şokunu araçlarla gelen bilim adamları bana yaklaşana kadar atlatamadım. Bana burada tek kalanın ben olup olmadığını sordular. Çatırdaya sesimle zar zor bilmediğimi söyledim, onlar da çevreye kurtulan başka insanlarını aramaya başladılar ancak durumun vahim olduğu ve bu arayışta pek umutlu olmadıkları bıkkın yüz hatlarından belliydi. Benimle konuşan adam benden uzaklaşırken bunu yakında durdurmaları gerektiğini söyledi. Onlara ne demek istediklerini ve bunun neden yaşandığını sorduğumda aldığım cevaba inanamadım. Bu ülkenin savaşta olduğunu, nükleer silahlar geliştirdiklerini ama bunun etkilerinin bizlere geri teptiğini anlattılar. Bir yandan bunu bilmememi şaşkınlıkla karşıladılar. O anda kalbim şaşkınlık, üzüntü ve nefretle doldu. Bu adamlar tüm hayatımın mahvolmasına sebep olmuştu.
Adalet istiyordu. Bu insanları yaptıklarının sonucuna biz katlanmamalıydık. Her ne şekilde olsun bu insanların da acı çekmesini istiyordum. İntikam istiyordum. Savaş hakkında bir bilgimiz olmamasına rağmen biz bedelini ödemiştik. İçimdeki nefret ateşi tutuşmaya başlarken bir anda birileri benim bu isteğimi duymuş gibi bulutlar toplanmaya başladı. Tam da üstümüze ve tekrar o lanetli sularını üstümüze yağdırmaya başladılar. Canım yanıyordu ama umursamıyordum. Bilim adamları çığlık çığlıya arabalarına koşmaya çalıştılar ancak arabalar da dayanamadılar ve yavaşça eridiler. Artık onlarda kaçamazlardı. İsteğimin gerçeğe dönüşmesiyle bende düşüyordum ama pişman değildim. Sonuçta ailemi tekrar görebilecektim. Her şey kararmadan önce son bir daha gülümsedim ve bir zamanlar evimin bulunduğu yere göz gezdirdim.
