Aralığın ilk günüydü; her zamanki gibi soğuk ve rüzgarlı bir gündü. Hava bulutluydu, içeri birazcık bile güneş ışığı giremiyordu. Saat 07.00’yi gösteriyordu ama hava hâlâ tam aydınlanmamıştı. Oda zifiri karanlıkken bir anda gözleri kör eden bir ışıkla doldu. Uyku sersemiydim, bir rüya gördüğümü sandım ama rüya görmüyordum. İşte her şey o tuhaf ışığın pencereden içeri dolduğu anda başladı.
Işık yavaşça azaldı, azaldı, azaldı ve en sonunda da normale döndü. Oda normaldi ama bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyordum. Bu olanların kendi hayal dünyamda gerçekleştiğini düşündüm ve evden ayrıldım. Okula doğru yürürken sokaklar normalden farklı görünüyordu. Normalde okulumun yolunu, etraftaki binaların yerini ve insanların ne zaman, nereden geçeceğini ezbere bilirdim ama her şeyin yeri değişmişti! Okul yolundaki binalar tanıdık gelmeyince diğer yönden ilerledim ama okulun o yönde olmadığını biliyordum. Bu bana şaşırtıcı gelmişti ama çok umursamadan diğer yöne dönüp devam ettim. En sonunda okulu karşıda görebiliyordum yine de binaların yönü değişmişti; sağdaki binalar sola, soldakiler ise artık sağdaydı. Etrafta hiçbir insanın olmayışı da çok dikkat çekiciydi. Sanki dünya tersine dönmüştü! Yönler değişmiş, binalar yer değiştirmiş ve kalabalık sokaklar tenhalaşmıştı. Sanırım anlamıştım, o ışık dünyayı tersine mi döndürmüştü? Yani ben şu an dünyada bulunan tek insan mıydım? Ama olamazdı; yani bundan etkilenen tek kişi ben olamazdım, başkaları da olmak zorundaydı. Okulda birilerinin olduğunu düşünerek okula gittim. Etrafa seslendim, sokaklarda dolaştım ancak kimseyi bulamadım. Bu şekilde günlerce uğraştım, en sonunda tam pes etmek üzereyken onu duydum: “Kimse var mı?” O ses, günlerdir duyduğum ilk insan sesi olabilirdi.
Her şey tersine dönmüşken, her şey gittikçe kötüleşirken onun, Jacop’un sesini duymak hayattaki en mutlu anım olabilirdi.
