Karanlık bir sabahın başlangıcındaydık. Güneş henüz tam olarak doğmamıştı. Sessizlik, hemen ardından gelen korkunç patlamalarla bozuldu. Birçok asker, sabahın o ilk saatlerinde neyin beklediğini henüz tam anlayamamıştı. Fakat ben, bu sessizliğin içinde bir şeyin doğru olmadığını hissediyordum. Kalbimde, bir ağırlık, midemde bir boşluk vardı.
Adım attıkça, arkamdan gelen askerlerin adımlarını duyuyordum. Her bir adım, bir tehlikenin, bir ölümün ya da bir arkadaşın kaybının öncesiydi. Toprağın üzerine sıçrayan toprak parçaları, patlayan mermilerin ardında, her şeyin sanki bir anda yok olacakmış gibi hissettirdiği bir boşluk vardı. Bir an durup nefes almaya çalıştım. Ama etrafımda, kükreyen patlamalar, birbirini takip eden silah sesleri ve çığlıklar arasında, sanki dünya yoktu. Yanımda bir arkadaşım yere düşüp bayıldığında, kalbim hızla çarpmaya başladı. Hemen onun yanına koştum. Kafasında kanlı bir yara vardı. Bir saniye bile tereddüt etmeden, ona yardım etmeye çalıştım, ama o an bir başka mermi sesinin kulağımı delip geçtiğini hissettim. Her bir patlama, her bir silah sesi, bu dünyanın sonu gibiydi. Bir an için, ne kadar çok hayatın, hayallerin, umutların bu topraklarda son bulduğunu düşündüm. Bu toprak, bir anda birbirini tanımayan insanlar için ölüm alanına dönüşmüştü.
Ama ne yapmalıydık? Korkudan yerimizden kıpırdamaz mı durmalıydık? Hayır, hayatta kalmak, düşmanı durdurmak, vatanı savunmak için ilerlemeliydik. Adımlarımızı hızlandırdık. Bazen bir yerden bir topçu mermisi gelir, bazen bir çığlık duyarsınız, ama sonra başınızı çevirip başka bir noktaya bakarsınız. Hayatta kalma içgüdüsüyle bir şekilde ilerlemelisiniz. Yanımdaki arkadaşlarım, korku içinde, gözlerinde donmuş bir ifade olsa da, bir şekilde birbirimize tutunarak, cesaret buluyoruz. Savaşın gerçekliği, ne kadar korkutucu olsa da, birlikte olmanın, dayanışmanın bir anlamı olduğunu bir şekilde kavrayabiliyoruz. Bir adım daha atıyoruz. Bir an, gözlerim o kadar kararmıştı ki, bütün dünyayı bir anlığına göremedim. Birini kaybetmenin acısı, her an daha da artıyordu. Bu savaşın içinde, kaybedilen bir dostun acısı, her şeyin önündeydi. Ama ölülerin arasında yaşamak, kayıpların içinde var olmak, bir anlamda insanı diri tutuyordu. Herkesin bir arada olduğu, birlikte hayatta kalmaya çalıştığı o anlarda, savaşın içinde ne kadar yalnız olsanız da, yine de yalnız değildiniz. Toprağın dibine gömülmüşken, patlamaların olduğu her an, her saniye bir adım daha attım. Arkamda yaralı bir arkadaşım vardı, önümde korkmuş bir asker, ama birlikte olduğumuzda, her şeyin daha az korkutucu olduğunu fark ettim. Birbirimize olan bağlılığımız, her şeyin önündeydi. Patlamalar, kurşunlar, ölümün soğuk nefesi, hepsi bir kenara bırakılmıştı. Birlikte, hayatta kalmak için yürümek, birbirimizi korumak, bir anlığına bile olsa umut etmek… Çanakkale’nin topraklarında, bu umut hep vardı.
O günler, her birimizin ruhunda izler bıraktı. Kimi zaman gözlerim kararmış, kimi zaman her şey çok hızlı olmuştu. Ama yine de bir anımsamak gerekirse, o karanlık günlerde bile insan, arkadaşlarına tutunarak, bir arada kalarak, savaşın o yıkıcı gücüne karşı durabiliyordu. Çanakkale’nin topraklarında, ölümle yaşamın sınırında, hep bir umut vardı.
