Geçmişin Yankısı

Kasabanın dar sokakları, eski taş binaların gölgeleriyle karanlığa gömülmüştü. Sokak lambaları titrek bir ışık yayarken, ayak seslerim taş zeminde yankılanıyordu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve bu saatte dışarıda olmam pek de akıllıca sayılmazdı. Ama buraya kadar gelmişken geri dönemezdim. Mektuptaki adres burayı işaret ediyordu.

Elimde sıkıca tuttuğum kağıda bir kez daha göz gezdirdim. Soluk, eski bir kâğıda titrek bir el yazısıyla yalnızca şu cümle yazılmıştı: “Eğer geçmişin peşindeysen, 24 Mart’ta gece yarısı Eski Fırın’ın arkasında ol.”

Geçmişimin peşinde miydim? Bilmiyordum. Ama bu mektubu aldığım günden beri içimdeki o tuhaf his yakamı bırakmamıştı. Unuttuğumu sandığım, hatta bilinçli olarak zihnimin derinliklerine gömdüğüm anılar birer birer su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Babamın kaybolduğu gün, annemin yüzündeki çaresizlik, kasabanın insanlarının fısıltıları… Babamın kendi isteğiyle mi gittiğini, yoksa ona bir şey mi olduğunu asla öğrenemedik. Ama ben hiçbir zaman onun bizi terk ettiğine inanmadım. Ve şimdi, on beş yıl sonra, hiç tanımadığım biri bana o geçmişi bulabileceğimi söylüyordu.

Eski Fırın, kasabanın en kuytu köşelerinden birindeydi. Yıllardır terk edilmişti. Eskiden kasabanın en iyi ekmeklerinin burada yapıldığını anlatırdı yaşlılar, ama ne olduysa fırın ansızın kapatılmış, sahipleri de ortadan kaybolmuştu. Çocukken buraya yaklaşmamız bile yasaktı. Annem, “Oraya gitme!” dediğinde sesinde gizli bir korku olurdu. O zamanlar bunun sadece bir ebeveyn endişesi olduğunu sanırdım ama şimdi, buraya adım atarken, içimde onun hissettiğine benzer bir tedirginlik vardı.

Adımlarımı yavaşlattım. Fırının arka duvarı yosun tutmuştu, çatısı çökmeye yüz tutmuştu ve ahşap kapıları çürümeye başlamıştı. Karanlıkta bir figür seçtim. Bir adam. Sırtı bana dönüktü, yüzünü göremiyordum. Üzerinde uzun bir pardösü vardı. Rüzgar hafifçe estikçe pardösüsünün uçları dalgalanıyordu. Birkaç saniye öylece durdum, ses çıkarmadan. Ama o zaten benim geldiğimi biliyordu.

Yavaşça döndü. Onu gördüğümde, kalbim yerinden çıkacak sandım. Bu imkansızdı. Karşımda duran adam babama benziyordu. Ama o, kaybolduğunda otuz beş yaşındaydı. Şimdi ise… neredeyse hiç değişmemişti. On beş yıl geçmişti ama o hâlâ aynı yaştaymış gibi duruyordu.

Gözlerime baktı, hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme beni rahatlatmaktan çok, içimi ürpertti. Yüz hatları aynıydı. Çenesi, elmacık kemikleri, koyu renk gözleri… Ama yine de bir şey eksikti. Yüzü bir maskeye benziyordu. Sanki gerçekten ona ait olmayan bir bedeni kullanıyormuş gibi. “Nihayet geldin,” dedi sakince.

Sesini duyar duymaz bir anlığına çocukluğuma döndüm. Babamın sesi tam olarak böyleydi. Ama bu… bu mümkün olamazdı. Ağzımı açtım, ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum. İçimde korkuyla karışık bir merak vardı. “Neler oluyor?” diye fısıldadım. Adam gözlerini benden ayırmadan bir adım attı. “Gerçeği öğrenmeye hazır mısın?”Bir şeyler ters gidiyordu. Ama artık geri dönemezdim. Bu benim kaderimde yazılıydı…

(Visited 4 times, 1 visits today)