2040 yılında Japonya’daki yapay zekâ kongresine katıldığım gün, Tokyo’ya adım attığım anda kendimi farklı bir dünyada hissettim. Sabahın ilk ışıkları şehre yumuşak bir şekilde vuruyordu ve hafif, serin ama ferah hava yüzüme dokunuyordu. Sokaklar sessiz ama canlıydı; insanlar ve robotlar yan yana, uyum içinde hareket ediyordu. Küçük servis robotları yanımdan geçerken öylesine nazik hareket ediyorlardı ki etrafımdaki her şeyin düzenli ve güvenli olduğunu hissettim. Sanki şehir bana, “Rahat ol, her şey yolunda.” diyordu. Uzun yolculuğun yorgunluğunu bir anda unuttum ve Tokyo’nun sakin sabahında kendimi huzurlu hissettim.
Kongre binasına yaklaştığımda cam kaplı dev yapı dikkatimi çekti. Güneş ışığı camlardan süzülerek içeri doluyor, salonu sıcak ve ferah bir şekilde aydınlatıyordu. Kapıdan adımımı attığım anda tavandan yayılan büyük holografik dünya haritası gözümü aldı. Harita üzerinde renkli çizgiler yavaşça hareket ediyor ve yapay zekâ sistemlerinin veri akışını gösteriyordu. Bir anda ekranda adımın görünmesi ve “Hoş geldiniz.” sesi, buranın güvenli ve dostane bir yer olduğunu bana hissettirdi. Daha önce böyle bir karşılamayı hiç deneyimlememiştim ve bu, bana teknolojinin insan hayatıyla uyum içinde olabileceğini gösterdi.
Salonun içinde dolaşırken farklı ülkelerden gelen projeleri görmek büyüleyiciydi. Yaşlılara yardımcı olan robotlar yüz ifadelerini takip ediyor ve ihtiyaçlara uygun tepki veriyordu. Parmak hareketleri o kadar doğal görünüyordu ki insan eliyle yapılmış gibi hissediyordum. Bir başka köşede, öğrencilerin öğrenme hızına göre kendini ayarlayan eğitim sistemleri tanıtılıyordu. Ekrandaki grafikler anlık olarak değişiyor ve sistem, öğrenciye en uygun yöntemi saniyeler içinde sunuyordu. Her köşe, teknolojinin insan hayatıyla uyumlu ve güvenli bir şekilde var olabileceğini gösteriyordu. Orada bulunduğum süre boyunca hem meraklandım hem de rahatladım; her şey öylesine düzenli ve sakin görünüyordu ki insan kendini gerçekten güvende hissediyordu.
Beni en çok etkileyen şey, küçük ve yuvarlak bir sosyal robottu. Yanına yaklaşıp “Merhaba.” dediğimde ışığı yumuşak bir tonla yanıp söndü ve başını hafifçe eğdi. O kadar insansı bir hareketti ki kısa süreli bir etkileşim bile bana etrafımdaki ortamın dostane ve sıcak olduğunu hissettirdi. Robotun nazik tepkisi, teknolojinin korkutucu değil, insana uyumlu bir şekilde var olabileceğini gösteriyordu. Birkaç dakika boyunca onunla etkileşim kurmak, tüm ortamı daha da güvenli hissettirdi.
Kongreden çıkarken Tokyo’nun akşam ışıkları sokakları aydınlatıyordu. İnsanlar ve robotlar uyum içinde yan yana yürüyordu, her şey sakin ve güvenliydi. O an fark ettim ki gelecek korkutucu değil, yavaş yavaş ve doğal bir şekilde hayatımızın içine karışıyor. Ben ise o gün, Tokyo’nun bu huzurlu atmosferinde geleceğin tam ortasında olduğumu hissettim. Bu deneyim, uzun yıllar aklımdan çıkmayacak ve bana teknolojinin insan hayatına nasıl nazik ve güvenli bir şekilde girebileceğini gösterecek.
