
Son dönemlerde insanların iş arayışına yepyeni bir ufuk açmış olan o dal: genetik mühendislik. Bazıları meraklı, daha fazla bilgi öğrenmek istiyor ve sonuçlara karşı umutlu. Ancak diğerleri karşı çıkıyor, zaten mükemmel bir sistemde işleyen organizmaların değiştirilmesini savunmuyor? Fakat bu doğru mu? Bazen, genlerimizde oluşan ufacık hata bile bir insanın bütün hayatına mal olabiliyor. Bu genetik aksaklık bir ‘kusur’ olarak görülüp düzeltilmeli mi, yoksa doğaya müdahale etme bırakılmalı mı?
Aslında genetik mühendisliğin amacı düşünüldüğü kadar acımasızca değil. Genlere birer ‘hata’ gözüyle bakmaktan ziyade insanların uzun yıllar boyunca zorlandıkları mutasyonları iyileştirme hakkında çalışmalar yapılıyor. Üretim bu konunun en önemli örneklerinden biri. Günümüzde penisilin G üretimi için kullanılan mantar türü, üretim sürecindeki verimi artırmak için genetik mühendisliği ile oluşturulmuştur. Bu sayede daha verimli ürünler çok daha kısa sürede önümüze geliyor ve bu o kadar sık oluyor ki çoğu zaman önümüzdeki besinin genetik mühendislik işi olduğunu fark etmiyoruz bile.
Etik açıdan endişelerin gereksinimi geçerli olsa da genetik mühendislik çoğunlukla bakteri üstünden yapıldığı için, onların hakkında henüz kesin bir yasadan bahsedemeyiz. Bakteriler en fazla 5 mikrometre çapındadırlar ve bilinçli organizmalar değillerdir ve sitoplazmalarının içinde ‘plasmit’ adlı taşınılabilir, küçük DNA parçaları bulunur. Hem istenen genetik materyal hem de başka hücrelerdeki genlere aktarmak için uygun bir boyutta olduğundan aslında bakteriler etiklik açısından bu çalışmalara en adil katkı sağlayacak canlı türüdür.
Buna rağmen, genetik mühendislik insan isteğine dayatılarak ortaya çıkarılır. Bu demek olur ki insanların istediği bir özellik canlının doğadaki yerini tehlikeye sokabilir çünkü gen değişiklikleri sonucu hastalıklara karşı güçsüz düşüp doğal seçilime uğrayabilir. Dahası, genetik mühendislik yeni keşfedilen ve ufku çok açık bir daldır. Bu sebeple yapılan her çalışma insan sağlığını en iyi yönde etkileyemeyebilir, bu da yanında bağışıklık hakkında endişeleri getirir.
Sadece kişisel değil, geniş bir perspektiften de bakacak olursak genetik mühendislik büyük bir eşitsizliğin yolunun kapısını bizlere açar. Hem yeni bir dal olduğundan yapımı zor olması, hem de üstün teknolojik aletler istediğinden herkesin bütçesinin yetmemesi sadece insanlar değil, ülkeler arasında bile büyük bir sınıfsal farklılığa yol açıyor. Bu durum gelişmiş ülkelerde bir bireyin daha sağlıklı ürünlerle beslenirken Dünya’nın diğer ucundaki toplumların hâlâ zehirlenmeden tonla hayat kaybının görülmesine sebep oluyor.
Sonuç olarak, genetik mühendislik hayat değiştirebilecek bir kapasiteye sahipken, Dünya’daki imkanlar ve endişeler gereği bazen geri plana sürüklenmeye mahkûm kalıyor. Bu durumda iki tarafın da bakış açısının haklı ve haksız yönleri olduğundan taraf tutmak çok da mümkün değil. Fakat tüm ülkelere en azından bu konuda eşit derecede ekipman ve profesyonel sağlamakla ve özellikle ürün konusunda dikkatli araştırmalar yapılıp güvenliği artırmakla küçük ilerlemeler fakat büyük başarılar sunulabilir.
