O sabah uyandığımda, bir aydır yaptığım gibi yine ilk iş camdan dışarıya, yeni komşumuzun evine göz attım. Perdeleri her zamanki gibi çekilmiş olan kasvetli eve her bakışımda orada kimin yaşadığını öğrenme isteğim artıyordu. Bir aydan uzun süredir orada yaşamasına rağmen yeni komşumuzun yüzünü gören tek bir kişi bile yoktu ve bu esrarengiz evde neler olduğunu uzun süredir deli gibi merak ediyordum.

Aklıma bir sürü düşünceyle yüzümü yıkadım, üzerimi giyindim ve evden dışarıya adımımı attım. Bugün, merak duygumu daha fazla bastıramayacağıma karar vermiştim ve o eve gitmeye kararlıydım; bu yüzden derin bir nefes aldım, cesaretimi topladım ve kapıyı üç kere tıklattım. Birkaç dakikadır bekliyor olmama rağmen gelen giden olmadığından pes ettim ve hayal kırıklığıyla evime geri döndüm.
Vakit geçirmek için resim çizmeye karar verdim. Sıkıldığımda veya kafamı dağıtmam gerektiğinde hep çizim yaparak yaratıcılığımı kağıda döker, düşüncelerimi somutlaştırır ve bundan fazlasıyla zevk alırdım. Kafamı dağıtmak için işe koyuldum. Tam ev sessizliğe bürünmüşken yan evin kapısının çarpılma sesi duyuldu. Dışarıdan gelen sesle irkildim. Pencereye doğru koştum. Bu, yanımızda yaşayanı ilk görüşüm oldu. Sandığımın aksine fazlasıyla normal bir görünüşü vardı. Altmış yetmiş yaşlarında, kır saçları yer yer dökülmüş, bodur bir adamdı. Yüzünde hiçbir ifade yoktu, ne düşündüğünü anlamak neredeyse imkansızdı. Hem şaşırmış, hem de rahatlamış hissediyordum. Ancak bir yandan da meraklıydım: Acaba neden bunca zamandır kendini bir sır gibi saklama gereği duymuştu?
Aradan biraz zaman geçti, akşam oldu. İhtiyar hâlâ eve dönmemişti, fakat evden tuhaf tıkırtı sesleri geliyordu. Dışarıya çıktım ve evin önüne kadar geldim, kulağımı kapıya dayayarak sesleri dikkatle dinlemeye başladım. Tahta kapının ardından tıkırtılar ve tiz bir inilti duyuyordum, tüylerim diken diken oldu. Ne yapacağımı bilemeyerek geri çekildiğim anda kapı yavaşça aralandı. Kendime engel olamayarak içeriye adımımı attım, karanlıkta ufak adımlarla sesin geldiği yere doğru ilerlemeye başladım. Her adımımda daha da fazla üşüdüğümü hissediyor, kalbimin hızlı ritimlerini çok net bir biçimde duyabiliyordum. Sesler üst kattan geliyordu, derin bir nefes alarak merdivene yöneldim ve elimden geldiğinde sessiz bir biçimde basamaklardan yukarı çıkmaya başladım. Karanlıkta tökezlememeye dikkat ediyor, bir yandan da göğsümden fırlayacakmışçasına atan kalbimi dizginlemeye çalışıyordum.
Nihayet seslerin geldiği odaya vardım. Kapının altından sızan ışık ve gelen inleme sesleri, orada birinin olduğunun en büyük kanıtıydı. Anahtar deliğinden içeri baktığımda tek gördüğüm şey bir yatak, gardırop ve duvarlara vurup inleyen yaşlı bir kadın oldu. Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışırken arkamdan bir ses duydum: “Burada ne arıyorsun?” İhtiyar ne sinirli ne de mutlu görünüyordu, onu ilk defa gördüğümdeki gibi boş ve duygusuz bakıyordu. Ben ağzımda bir şeyler gevelemeye çalışırken, “Karım çok hasta,” dedi. “Yıllardır güneş ışığına çıkamıyor ve yalnız kaldığı zamanlarda sürekli inliyor. Bu yüzden ne evden ayrılabiliyorum, ne de perdeleri açıyoruz. Vampir değiliz yani, merak etme.” Kafamdaki soru işaretleri yavaş yavaş kaybolurken eve izinsiz girdiğim için mahcup hissettim.
Akşamın devamında, adamdan özür dileyerek eve geri döndüm ve bir daha başkalarının işine burnumu sokmama kararı aldım. Her gün evi gözetlemeyi ve bu konu hakkında düşünmeyi de bıraktım.
