Bir sabah uyandığımda, herkesin iç sesini duyabildiğimi fark ettim. Önce bunun bir rüya olduğunu sandım. Ama annem mutfakta sessizce kahvaltı hazırlarken içinden şöyle geçirdi: “Umarım Baran yumurtayı beğenir. Dünkü gibi burun kıvırmasın.”
Donup kaldım. Annem ağzını bile açmamıştı ama ben onun içinden geçenleri net bir şekilde duymuştum! Şaşkınlıkla evden çıktım. Okula giderken sokaktan geçen insanların iç sesleri kafamda çınlıyordu:
“Keşke işe gitmek zorunda olmasam…”
“Bugün yağmur yağacak mı acaba?”
Sanki herkesin zihni bir radyo yayınına dönüşmüştü ve ben o yayını dinliyordum.
Okulda işler daha da garipleşti. En yakın arkadaşım Mert’in iç sesi şöyle dedi: “Umarım Baran bugün ödevini unutmuştur, yalnız kalmak istemiyorum.”
Oysa yüzüme gülümsüyordu. Bu durum beni hem üzmüş hem de düşündürmüştü. Gün boyu öğretmenlerin bile iç seslerini duydum. Matematik öğretmenimiz tahtaya yazı yazarken içinden geçirdiği cümle şu oldu: “Keşke bu çocuklar biraz daha dikkatli olsa.”
İlk kez insanların iç dünyalarını gerçekten anlamaya başlamıştım. Herkesin içinde farklı bir hayat, farklı duygular vardı. Ama günün sonunda kafam yorgun düşmüştü. Başta eğlenceli olan bu “güç”, giderek ağır bir yük hâline gelmişti.
O gece, uyumadan önce içimden şöyle geçirdim:
“Yarın her şey normale dönsün, lütfen.”
Ve sabah… sessizlik.
Oh, ne güzel bir sessizlikti!
