O gün sınıfça bir orman gezisine çıkmıştık. Ama ormanda garip bir şeyler vardı: Ağaçların üzerinde diş, pençe, kan izleri ve kayıp ilanları… Benim gibi bu gezinin iyi geçmeyeceğini düşünen birçok arkadaşım olmuştu. Bir anda güçlü bir rüzgâr çıktı ve beni adeta dağlara taşlara savurdu. Sanırım bir sarsıntı geçirip bayılmışım; gözlerimi açtığımda gece olmuştu.
Biraz etrafı keşfetmek istedim. Ama ilerledikçe içime kötü bir his çöktü. Çünkü ağaçlardaki pençe, diş ve kan izleri gittikçe artıyordu. Kaybolan insanların korkudan buralara bile gelemediği belliydi; hiç kayıp ilanı yoktu. Her adımda aklımı yitiriyormuşum gibi hissediyor, zamanımın tükendiğini düşünüyordum.
Bir anda uğultulu bir kükreme duyuldu. Cesaretimi toplayacak hâlde değildim; bakmaya bile yeltenmedim. Gelen şeyin büyük olduğunu hissedince kendimi çalı gibi kamufle edip çalılıklara saklandım. Biraz sonra önümden, Acrocanthosaurus cinsi bir dinozor geçti. İki gözü de bembeyazdı, sanırım kördü. Önce etrafta koklanarak dolaştı, sonra şüphelenmiş olmalı ki çalıları ısırmaya başladı. Etçil bir dinozorun böyle davranması bile yeterince ürkütücüydü.
Sıra benim saklandığım çalıya gelmişti. O anki tek zekice fikrim ölü taklidi yapmak oldu. Yine de benden şüphelenmiş olacak ki beni yalamaya başladı. Bir süre sonra ilgisini kaybedip uzaklaştı. Muhtemelen dinozorun bölgesinde olduğum için yavaşça oradan kaçmam gerektiğini biliyordum.
Ama yapacağım şey hayatımdaki en büyük hata olacaktı. Dinozor kördü; fakat bu, diğer duyularının inanılmaz güçlü olduğu anlamına geliyordu. Bir ses çıkardım ve beni hemen fark etti. O ağır vücuduyla koşmakta zorlanıyordu; ben de panikle olabileceğim en hızlı hâlimle kaçmaya başladım. Bir an rahatladım ama arkamdan bir ölüm makinesinin hızla yaklaştığını duyabiliyordum. Son anda zıplayarak saldırısından kurtuldum. Fakat dinozor pes etmiyordu; bir buldozer gibi üzerime geliyordu. O kadar yorulmuştu ki nefesi bile çiğ balık gibi kokuyordu.
Nefesim tükeniyor, ayaklarım yavaşlıyordu. Tam umudumu kaybetmişken önümde beni kurtarabilecek bir şey gördüm: bir şelale. Atlarsam belki bu kabus sona erebilirdi. Atladım… ve beklediğiniz gibi, yine bayıldım.
Gözlerimi açtığımda gördüğüm şeye inanamadım. Okul servisindeydim. Herkes—öğretmenler bile—bana bakıp hep bir ağızdan “O yaşıyor!” diye bağırıyordu. Bir an gerçekten öldüğümü sandım. Ama avucumda bir şey hissettim. Olmaması gereken bir şey… O dinozordan kalma bir yumurta ve bir tüy. Kimseye göstermeden ikisini de hemen çantama koydum.
Eve vardığımda annemle babam çok endişeliydi “Arda serviste bayılmış.” diye haber almışlardı ve ne olduğunu anlatmam için sabırsızlanıyorlardı. Ama bu hikâye… sadece dinozorla benim aramda kalacaktı.
