Sabah güneşin yeni doğduğu saatlerde gözlerimi açtım, etrafımdaki beraber kaldığım on diğer çocuklara baktım. Tüm gece garip bir karın ağrısından kıvranmıştım, çok halsiz hissediyordum. Kırık dökük ranzalar çokta hoş durmuyordu ve rahatsız edici gıcırdama sesleri çıkartıyorlardı. Derin bir nefes alıp, karşımda yatan çocukla paylaştığım battaniyeyi üstümden çekip attım. Her günüm sanki aynı geçiyor, asla bitmeyecek gibi hissettiriyordu. Gıcırdayan ranzamdan indim ve dışarı çıktım. Etrafım yıkık dökük harabelerden ibaretti, bu durumu iki yıl öncesine kadar çokta fark etmiyordum. İki yıl önce köyümüzde belgesel amaçlı zengin görünen bir grup insan gelmişti. Giysileri, çantaları, ayakkabıları, genel olarak herşeyleri temiz ve hiç görmediğim desenlere sahiptiler. Yüzleri parlıyor, kendilerş etrafa hoş bir parfüm kokusu yayıyorlardı. Daha sonra arkalarından büyük bir araba geldiğini gördüm. Araba beyaz, bu kirli zeminden dolayı etrafı biraz toprak ve kir olmuş ama yinede bizim köyümüze nadiren uğrayan pert arabalara benzemiyordu. Küçük halkımız bu insanları arkadan, köşeden izlerken bir kaç kişi onlarla selamlaşıp sanki kraliyet ailesinden gelmiş gibi davranıyorlardı. Tam kendimi bu insanlardan farkımız ne diye uzun bir düşünce içerisine sokacaktımki arkadan büyük bir ses geldi. Kendimi arkama dönmüş buldum bir an. Arkama baktığımda arabadan bir kaç kişinin büyük, üzerinde ayna olmayan yinede bir şeyler yansıtabilen yuvarlak bir cisim vardı. Uzun uzun baktım ve bunların ne olduğunu anlamaya çalıştım, birine sormak istiyordum ama çok çekiniyordum. İçimden beni umursamayacaklarını yada benden rahatsız olacaklarını düşündüm çünkü bu insanlar gelmeden önce özellikle çocuklar olacak şekilde onlarla önemsiz yere konuşmamamız gerektiği, bu durumdan rahatsız olabilecekleri söylendi. En sonunda merakına yenik düşüp birinin omuzunu dürttüm. İstemeksizin elim titriyordu. Omzunu dürttüğüm kişi orta yaşlarda bir adamdı, ortalama bir boya sahipti ve samimi bir gülüşü vardı. Arkasını döndü ve bana minik bir tebessümle baktı ve anlamadığım bir dilde konuşmaya başladı. Adama saf saf bakındım ve ne yapacağımı bilemedim. Adam telefonunu çıkardı, bunu biliyordum çünkü bir çift turist bunu birine hediye etmişti ve nasıl kullanılacağına dair bilgi vermişti fakat onun bir bataryası vardı ve şarj edicek bir yer yoktu. Sonra etrafta gözükmeyen bir kadın sesi duydum, kadının sesi garipti ama benim dilimde konuşuyordu. Adam bana bunun bir çeviri olduğunu anlatmaya başladı, dünya üzerindeki bütün dilleri her hangi bir dile çevirebiliyormuş. Adam anlatmaya devam ediyordu ama ben anlamıyordum. Kafamı sallayıp kaçtım. İnanılmazdı, nasıl böyle bir şey yapabilmiştiki insanoğlu diye düşünüyordum. Bir kaç arkadaşım ellerinde büyük ekranlı bir telefonla gelip bana asıl dünyanın nasıl bir yer olduğunu gösteriyorlardı. Yıkık harabeler yerine düzenli, hoş renkli binalar, çöl yerine yeşillikler vardı. “Bu nedir?” diye sordum, bana bunun gelen insanların yaşadıkları yer olduğunu şöyledirler. İnanamıyordum, nasıl böyle farklı durumda olabilirdikki? Biz burada ağızımız aç kokarken, onlar böyle nasıl yaşıyolardı? Daha fazla soru soramadan büyük biri ekranlı telefonu alıp gitti, daha sonra bizi odalarımıza götürdüler. Akşam yemeği getirdiklerini söylediler ve iki üç yılda denk gelen o muazzam kokulu, kaliteli yemeği getirdiler. Yemeği yerken aklımdan nasıl böyle farklı yaşam alanlarına sahip olduğumuzu düşünüyor fakat soracak birinin olmadığını biliyordum. Bunu işte tam iki yıl içimde sakladım, haftada bir kaç kez aklıma geliyor, içimi daraltiyor.
Gözlerimin Önündeki Fark
(Visited 3 times, 1 visits today)
