Gözleriyle Konuşan Açlık

Sabahın ilk güneşi yuvamızın penceresindeki deliklerden içeri doğru sızarken gözlerimi açıyorum. Sanki güneş, beni uyandırmak için değil de bana yeniden “Bugün de savaş başlıyor”demek için doğuyor. Karnım, geceden kalma açlığımla hafif hafif sızlıyor. Açlığa alışılıyor derler ama ben alışamadım; her sabah aynı his, aynı boşluk,aynı acı…Sanki midemin içinde yaşayan küçük bir hayalet var ve sürekli beni oradan dürtüyor.

Annem çoktan kalkmış. Yuvamızın önünde ateş yakmaya çalışıyor fakat sorun şu ki elimizde pişirecek hiçbir şey yok. Bunu ben de biliyorum, annem de biliyor ama yine de o ateşi yakmak için uğraşıyor. Belki de umut denen şey, bizim evde her sabah yanan daha doğrusu yanmaya çalışan o küçücük ateş gibi… Ne kadar zayıf görünürse görünsün, yine de bir gün büyük bir alev olur belki diye bekliyoruz.

Abilerim uyanıyor, onlardan daha küçüğüm aslında ama bazen nedense en büyükleriymişim gibi hissediyorum. Bunun sebebi açlık insanı ya büyütüyor ya da tamamen küçültüyor. Biz büyümeyi seçmek zorundayız.

Köydeki tek su kuyusuna doğru yürümeye başlıyoruz. Yol uzun değil ama ona rağmen tepedeki güneşin altında her bir adım daha da ağır geliyor. Yolda oyun oynayan çocukların kahkahaları neden yok bizde? Bizim oyunlarımız genelde hayallerden ibaret. Mesela dün abimle “Bir gün karnımız doysaydı ilk ne yerdik?” adlı bir oyunu oynadık. O salam dedi, ben ekmek. Basit şeyler… Ama bizim için olabilecek en büyük hayaller.

Kuyunun başında her zaman uzunca bir sıra oluyor. Yorgun olan yüzler, acı dolu bakışlar. Kimse konuşmuyor fakat hepimiz farkındayız ki aynı şeyi düşünüyoruz: Acaba bugün su çıkar mı? Kuyunun başına geldiğimizde kovaya oldukça hafif bir su sesi doluyor. İşte o an, dünyada hâlâ küçük mucizelerin olabileceğini hatırlıyorum.

Eve dönerken annemin yüzünde nadir rastladığım bir rahatlama görüyorum. Su varsa umut da var demek.Ama yemek yoksa hiçbir şey tam değil. Su içince midem biraz daha çok acıyor.O yüzden suyu içerken çok yavaş davranıyorum.Sanki uyandırılmış bir canavar gibi midem.Ama sesimi çıkarmıyorum, anneme belli etmek istemiyorum halbuki onda da aynı acı olduğuna emin gibiyim.Çünkü onun “Bugün de yemek bulamadım” derken gözlerinde beliren o suçluluk hissi,gözlerinin dolması bana daha çok acı veriyor.

Öğleden sonra köydeki çocuklarla birlikte yardım kamyonundan hediye gelip gelmeyeceğini konuşuyoruz. Bazıları “Gelecek!” diyor, bazıları “Bu hafta gelmez.” Bense sadece bekliyorum hiçbir yorum yapmıyorum;insan açken her türlü umuda tutunuyor. Akşama doğru toz bulutu görünüyor ufukta. Kamyon! Hepimiz deli gibi koşmaya başlıyoruz. Yorgun bacaklarım birden hafiflemiş gibi hissediyorum o kamyonu görünce.Kamyonun uzerinde bir sürü insan torbalar dağıtmaya başlıyor. Sıra bana geldiğinde ellerime küçük bir makarna paketi veriyorlar. O küçücük paket, sanki bir hazine gibi geliyor bana.

Eve koşuyorum, hemen anneme veriyorum. Annem kocaman gözlerime bakıp gülümsüyor. İşte dünyanın en güzel manzarası budur benim için.Açlığın içinde bulunan en büyük mutluluk.

Gece olduğunda karnım hâlâ tam doymamış oluyor ama bugün de hayatta kaldık diye şükrediyorum.Yarın için de bir yaşama ihtimali var artık. Yatağıma yatarken yuvamızın çatısından yıldızları görüyorum. Onlara bakıp fısıldıyorum:

“Bir gün… Sana söz veriyorum.Bir gün ben de tok uyanacağım.”

(Visited 4 times, 1 visits today)