Güneş, perdeden içeriye süzülen ışıklarıyla odayı aydınlatıyor, kuşlar cıvıldıyor, dışarıda hafif bir rüzgar esiyordu. Ancak pencereyi açtığımda, beklenmedik bir şey oldu. Karşıdaki ağacın dalında duran bir serçe, insan diliyle “Günaydın!” dedi. Gözlerimi ovuşturdum, derin bir nefes aldım ama kuş hâlâ konuşuyordu. Bu sıradışı olay karşısında şaşkınlıkla gözlerimi açıp kapadım. Meğer o sabah, bir günlüğüne hayvanlarla konuşma yeteneği kazanmışım!
İlk başta ne yapacağımı bilemedim. Aklımda hemen bir soru belirdi: Hayvanlar bize gerçekten ne hissediyor? Bize kızgınlar mı? Bizi nasıl görüyorlar? Onların dünyası nasıl bir yer? Merakım arttıkça, daha fazla şey öğrenme isteğiyle dolmaya başladım.
Evimizin bahçesindeki yaşlı kedi Pamuk’a koştum. Yavaşça yanına oturdum ve ona sordum: “İnsanları seviyor musun?” Pamuk, gözlerini hafifçe kırpıştırarak, “Bazılarınızı seviyorum,” dedi. “Beni sevenleri hemen tanırım. Ama bazıları, sadece zarar vermek için gelir. Onlardan uzak dururum, çünkü güvenim yoktur.” İçim burkuldu. Bir yandan, Pamuk’un söyledikleri beni düşündürürken, diğer yandan onun içinde yaşadığı dünyayı daha derinden anlamaya çalıştım. Demek ki bazı insanlar, hayvanlar için sadece bir tehdit oluşturuyordu.
Sonra, parka gitmeye karar verdim. Parkta çok sayıda güvercin vardı. Onlarla konuştum, ancak hepsi aynı şeyi söylediler: “Bizi insanlardan hep görmezden gelmelerini bekliyoruz. Bize zarar vermediğiniz sürece, biz de size zarar vermeyiz.” Tüm bunlar, bana insanları daha dikkatli ve nazik olmaya teşvik ediyordu. Bir güvercin, “Bazen insanların bizi anlayacağını düşünmek bile çok fazla,” dedi. “Ama yine de, su veren birinin gözlerinde o parıltıyı görmek güzeldi.”
Parka biraz daha ilerledim. Bir köpek, karşımda durup bana bakarken, “İnsanların çoğu bizi görmezden gelmeye alıştı,” dedi. “Ama bir çocuğun bana su uzattığı günü hâlâ hatırlıyorum. O çocuk bana bir umut verdi.” Bu sözler karşısında gözlerim doldu. Bir köpek, minik bir çocuğun bile ona gösterdiği basit bir iyiliği unutmazdı.
Bir karınca, hep birlikte çalıştıklarından bahsetti. “Siz insanlar birey olarak güçlü ve bağımsızsınız, ama biz birlikte çalışırız,” dedi. “İş bölümü yaparız, uyum içinde yaşarız. Bazen sizlerden bir şeyler öğrenebilsek de, bizim düzenimizde her şey bir dengeyi korur.” Bu sözler beni derinden etkiledi. Hiç fark etmemiştim, doğadaki bu sessiz düzeni ve hayvanların birbirleriyle nasıl uyum içinde yaşadığını. Bize de belki bu anlayış gerekirdi.
Ormanın kenarına kadar yürüdüm. Bu sırada bir baykuşla karşılaştım. Baykuş bana bakarak şöyle dedi: “Siz insanlar çok şey biliyorsunuz, ama bazen o kadar çok düşünüyorsunuz ki hissetmeyi unutuyorsunuz. Duygularınızı anlamak ve dinlemek, sizi daha anlamlı kılar. Bazen sadece sessizce dinlemelisiniz.” Bu, beni derinden düşündüren bir mesajdı. Ne kadar çok konuşuyor ve insanlara değerli bilgiler vermeye çalışıyorduk ama asıl önemli olan şey, bazen duyguları anlamaktı.
Günün sonunda eve dönerken, bahçede Pamuk beni bekliyordu. “Bugün bizi gerçekten dinledin,” dedi. “Keşke her insan bir günlüğüne senin gibi bizim dilimizde konuşabilse. Belki o zaman dünya çok daha yaşanabilir olurdu.” Pamuk’un söyledikleri, kalbimi derinden etkiledi. İnsanların birbirini ve diğer canlıları anlaması, belki de dünyayı daha güzel bir yer yapabilirdi.
O gece yatağımda, insan olmaktan utandığım anlar da oldu, gurur duyduğum anlar da. Ama en çok şunu öğrendim: Anlamak için sadece konuşmak yetmez, bazen kalpten dinlemek de çok daha önemli bir adımdır. Hayvanlar da duyguları olan varlıklardır. Onları gerçekten anlamak ve doğru şekilde dinlemek, bizlere dünyayı daha farklı bir perspektiften gösterir.
