Hislerim Kaybolurken

Günlük hayatta gerçekten çevremizdekilere hak ettikleri değeri veriyor muyuz? Onları sevdiğimiz gösteriyor muyuz yeterince? Yokluğu durumunda hasret kaldığımız bu duygusal bağlar, bizim için statü belirten önemsiz değerler haline gelmişti. Geceleri sıklıkla düşündüğüm bir konuydu bu. Her şey o geceler kendi kendime sorduğum bir soruyla başlamıştı: Duygusal bağlar olmasa dünyada nasıl yaşardık? Herkes birbirini birer objeden farksız değerlendirseydi, hatta objeleri birbirimizden daha çok sevseydik ne olurdu?

Bu sorumun cevabını asla almak istemeyeceğimi öğrenmek için yaşamam lazımmış meğer. Sorumu sormamın üzerinden yalnızca birkaç saat sonra başıma gelecekleri bilseydim keşke. Çünkü ne kadar kabullenmek istemesem de böyle bir durumda kalmayı içten içe çok istemiştim o an. Üzerimde hissettiğim sosyal baskının kalkacağını, rahatlayacağımı düşünmüştüm çünkü kimseyle duygusal bir bağım olmazsa benim de onlara değer vermek gibi bir zorunluluğum olmayacağını düşünmüştüm. Bunun ne kadar bencilce bir düşünce olduğunu ancak şimdi anlıyorum.

Sabah okula gitmek için erken kalktığım bir gündü o cehennem ateşlerinin en güçlüsü beni bulmuşçasına geçen gün. Uyandığımda annemin yanına, kahvaltımı yapmaya gittim. Annem bana içi boş gözlerle bakıyordu.Bana normalde bu şekilde baksa üzülüp meraklandırdım ama hiçbir şey hissetmemiştim, sadece sofraya oturup normale göre çok tatsız gelen ve miğdemi bulandıran yemeğimi yiyebildim.

Sokakta ise garip bir ıssızlık hissi hakimdi. Normalde ben otobüs beklerken yanımda ağlayan minik çocuk ve annesinin beni sinir eden sesi yoktu;her gün aynı saatte durağın önünde buluşup o günkü planlarını gerçekleştirmeye giden, birbirine diğer herkesten daha bağlı olan çift de tesadüfen gelmemişti. Gökyüzü daha gri, etraf daha sıkıcıydı.

Sonsuza kadar süren bir bekleyiş sonrası gelen otobüse bindim. İçerde yanan bir ısıtıcı vardı ama donuyordum soğuktan. Otobüs bomboştu. 5 kişiden oluşan bir kalabalıktık içerde. Herkes birbirine önyargıyla dolu bakışlar atıyordu.

Okula vardığımda öğretmenimiz ders işliyordu ama arkadaşlarımın hiçbiri dinlemiyor, ilgi göstermiyordu. Hepsi geleceğe dair umudunu kaybetmişti. Öğle arasında da bu sessizlik ve ilgisizlik azalmadı. Kimse zevk almak için orada değildi. Tek amaç yaşamaktı sanki. Duygudan ve sevdikleri şeylerden mahrum kalmıştık.

O günün bitmesini tüm varlığımla istemiştim ama asla bitmedi. Hayatımın en uzun günlerinden biriydi. Eve yorgun vicudumu atarken zorlanıyordum. Odama girdiğimde her akşam yaptığım gibi odamdaki camdan dışarı bakarak günbatımıniye izledim ama çok zevksiz bir gün oldu benim için. O gün böyle geçen ilk ve son gündü. İnsanlara ve duygulara ne kadar ihtiyacım olduğunu o gün anlamıştım.

(Visited 16 times, 1 visits today)