Bir sabah uyandığımda herkesin iç sesini duyabildiğimi fark ettim. İlk başta bu durum bana çok zevkli geldi çünkü insanların neler düşündüğünü bilmek, adeta onların hayatına gizlice göz atmak gibiydi. “Ailedekilerden başlayayım, sonra okulda arkadaşlarıma geçerim.” diye düşündüm.
İlk olarak annemin iç sesini dinledim. Hakkımda ne kadar güzel şeyler düşündüğünü duymak beni çok mutlu etti. Sonra küçük kardeşime geçtim. O da kafasında benimle nasıl oyun oynayabileceğini planlıyordu. Sıra dedeme geldi. O da tıpkı annem gibi, benimle gurur duyuyor ve hep iyiliğimi istiyordu.
Okula gittiğimde, sınıftaki en çalışkan öğrenciyi dinledim. Tahmin ettiğim gibi, “Daha nasıl başarılı olabilirim?” diye düşünüyordu. Sonra sırayla diğer arkadaşlarımın düşüncelerini duydum. Birçoğu yaklaşan yazılılardan endişeliydi ve bu nedenle derse pek odaklanamıyorlardı.
Günün devamında yüzme takımındaki arkadaşlarımla antrenmana gittim. Onların iç seslerini duyduğumda çok üzüldüm. Meğerse bu dönemki yarışlara katılamayacakmışız… Bu takım için gerçekten büyük bir hayal kırıklığıydı. Ama arkadaşlarımı daha da üzmemek için bu duyduğumu onlara söylememeye karar verdim.
Eve döndüğümde, o süper gücün yok olduğunu fark ettim. Artık kimsenin iç sesini duyamıyordum. Başta biraz şaşırdım ama sonra düşündüm… Belki de bu iyi bir şeydi. Çünkü klasik hâlimle, yani “güçsüz” hâlimle, kendim olmayı daha çok seviyordum. Sonuçta, başkalarının ne düşündüğünü bilmek bazen güzel olsa da, herkesin iç dünyasına karışmak bana göre değildi. Herkesin hayatı kendine ait, ben de kendi hayatıma odaklanmalıydım.
Ve o gün fark ettim ki: Normal olmak, bazen en büyük süper güçtür.
