İçimdeki Yıldız

Gökyüzünde milyonlarca hatta trilyonlarca, katrilyonlarca yıldız var. İnsanların kendi varoluşlarının karşısında endamla duran bu ışık patlamalarına olan hayranlığı, çok eski çağlardan beri süregelmekte. Bazen kayan bir yıldız, insanın yıllarca içinde tuttuğu ama söyleyemediği bir dilek, bazense yaşanacak güzel zamanlara işaret olarak görüldü. Peki size bu yıldızların aslında ruhlarımızın bir parçası olduğunu söyleseydim?

Gökyüzüne bakıyordum hayranlıkla, belki de imrenerek. Zifiri karanlığın içinde süzülen o yıldızlardan biri olmak ne de güzel olurdu. Havanın sizi tıpkı bir kuş gibi sarıp sarmalaması, bütün herkesin size hayranlıkla bakması ve sonsuz yüreği ısıtacak kadar sıcacık olmak… Birden bütün hepsinden daha parlak bir yıldız farkettim, hepsinden daha umutlu, daha heyecanlı. Uçurumun kenarından ayaklarımı sarkıttım. İnsan hayatının bu kadar basit olması kafamı yordu, bir adım daha atsam, sonsuzluğa süzülüş, boşa giden bir hayat. Ya da boşa değildi belki? Böyle yaşamak ne de zordu oysa kolaydı yıldız olmak, onların arasına karışmak… Bir adım daha atsam acaba onlara yaklaşır mıyım diye düşündüm. O yıldız bir anda beni içine aldı şimdi, efsunlanmış bir şekilde bakakaldım. Anlatamadığım bir şey vardı onda, benden bir parça, hatta kendimi gördüm onda. Yıllarca görmediği bir arkadaşa kavuşmuştum sanki. Yıldız giderek yaklaştı, sanki bunca zamandır kalbimdeydi, orada, uzakta değil. Yıldızın estirdiği tatlı rüzgarla dalgalanan saçlarım ellerime dolaştığında kendimi bir tüy kadar hafif ve bir okyanus kadar engin hissettim. Bir patlama yaşandı, bazıları bir yıldız kaydı sandı, bazıları üst komşusunun çocuklarına bağladı bunu. Oysaki aslında hiç de uzakta değil, çok ama çok yakınlarında bir ruhun iki yarısı kavuşmuştu. Gözlerimi açtığımda etrafımda dönen ışık parçalarından hiç de korkmamıştım. Ateş kadar yakıcı görünüyorlardı ve su kadar dingin. Ellerimi onlara doğru kaldırdım ve tıpkı bir kelebek gibi avucumun içine kondular. Sanki yıllarca aradığım kayıp parçamı bulmuştum, kalbimdeki anlamlandıramadığım, yarınki sınava ya da en son izlediğim filme suçu attığım boşluk, birdenbire dolmuştu sanki.

Uçurumun kenarından kalkıp yürümeye başladım, elimde yıldızın parçaları. Nereye gittiğimi bilmeksizin yürüyordum, sanki o beni yönlendiriyordu. Gerçi ne de olsa gideceğim bir yer de yoktu, planlarımda burası son durağımdı. Işıktan süzülen parçalar tıpkı ateşin koru gibi havaya uçmaya başlayınca, elimden kayıp gidecekler korkusuyla adımlarımı hızlandırdım. Uçan küçük yıldız parçaları, binlerce insanın tuttukları dilekleriydi aslında, binlerce umut elimden uçup gidiyordu. Her avucuma baktığımda elimdeki yıldız daha da küçülürken koşmaya başladım. Ya yıldızım bana yolumu gösteremeden yok olup giderse? Korkudan gözlerimi kapatmıştım, artık önümdeki yolu bile göremez olmuştum. Giderek küçülen yıldız son bir toz tanesine dönüşüp gökyüzüne karışırken bakakaldım. Yolumu kaybetmiş hissediyordum, ne yapacaktım bana yolumu gösteren yıldızım olmadan? Kalbimde bir ağırlık hissettim, gözlerimi açtığımda kendimi aynı uçurumun kenarında buldum. Bir adım atsam yıldızıma daha da yakınlaşır mıydım? Bir adım sonra boşa giden bir hayat… Bir ayağım öbürünün önüne doğru süzülürken gözlerimi kapatmıştım bile. Son bir kez gökyüzüne baktığımda anladım: Ben yıldızımı koruyorum sanarken onu yok eden tek kişi aslında benmişim. Artık yıldızıma daha yakın olacağım sanarken artık eskisinden de uzağım çünkü ateşin havasız kaldığında söndüğü gibi yıldızlar da umutsuz kaldığında, yok olup giderler.

(Visited 11 times, 1 visits today)