Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Birkaç saniye boyunca sadece hıcbır sey yapmadan durdum. Etrafımdaki hava tuhaf bir biçimde titreşiyor gibiydi. Sanki bulunduğum yer bir rüyanın içinden gerçeğe doğru çözülüyordu. Yavaşça doğrulup etrafa baktım. Burası kesinlikle odam değildi. Yatağımın yerinde, üzerinde ince ince ışık çizgileri akan yuvarlak bir platform vardı. Duvarların yerinde ise mavi ve mor arasında gidip gelen dalgalı bir ışık perdesi duruyordu. Ne bir pencere, ne bir kapı… Sadece sonsuz gibi görünen bir parlaklık.
Bir an nefesim kesildi. “Rüya olmalı,” dedim.Aynaya bakıp da kendımımgörünce bunun rüya olmadığına dair içimde bir his belirdi. Kalbim hızlandı. Dizlerimin titrediğini fark ettim. Aklımda binlerce soru belirdi: Buraya nasıl geldim? Kim getirdi? Ve en önemlisi… Neden?
O anda ışık perdesi dalgalandı ve içinden üç silüet belirdi. Yaklaştıkça yüzlerini seçebildim. İnsanlara benzeyen ama aynı zamanda tamamen farklı varlıklardı. Gözleri büyük ve berraktı; sanki içlerinde yıldızlar vardı. Tenleri hafifçe parlıyor, her hareketlerinde ince bir ışık halesi oluşuyordu. Ama beni en çok etkileyen şey yüzlerindeki sakinlikti. Ne bir tehdit, ne bir korkutma… Sadece dinginlik.
İçlerinden biri öne çıktı. Dudakları kıpırdamasa da zihnimde yankılanan bir ses duydum:
“Uyanmanı bekliyorduk.”
Geri çekildim. “B-burası neresi? Ben nasıl geldim buraya?”
Varlık bir adım daha yaklaştı. “Sana göstereceklerimiz var. Endişelenme, zarar görmeyeceksin.”
Sözleri içimde garip bir güven duygusu oluşturdu. Sanki uzun zamandır tanıdığım biriyle konuşuyordum. Yavaşça ayağa kalktım. Platformun kenarına geldiğimde bir kapı oluştu; ışıklardan şekillenen yuvarlak bir geçit. Varlıklar geçidin içinden ilerlediler. Tereddüt ederek peşlerinden gittim.
Geçidin öbür tarafında karşıma çıkan manzara, hayatım boyunca gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Gökyüzü, mora çalan bir maviyle kaplıydı ve içinde devasa, yavaşça hareket eden kristal kütleleri süzülüyordu. Yere baktığımda otların hafifçe ışık saçtığını gördüm. Ağaçlar gökyüzüne doğru uzanıyor, dallarında parıldayan küreler büyüyordu. Havada çiçek kokusuna benzeyen tatlı bir serinlik hissi vardı. Bir an nefes almayı bile unuttum.
“Burası… neresi?” diye fısıldadım.
“Dünyanın olası geleceği,” dedi zihnimdeki ses. “Eğer insanlar doğru yolu seçerse.”
Yüzüme baktıklarında, anlamadığımı fark etmiş olmalılar ki beni bir tepenin kenarına doğru yönlendirdiler. Aşağıda uzanan manzarayı gördüğümde dizlerimin bağı çözülecek gibi oldu. Işık saçan nehirler kıvrılarak akar dağların arasına karışıyor, gökyüzünde süzülen devasa adalar bitkilerle kaplı halde yavaşça hareket ediyordu. Kuşlara benzeyen ama kanatları kristal gibi parlayan canlılar havada dans ediyor, uzakta bir şehrin silueti parlıyordu.
“Bu… gerçek mi?” dedim şaşkınlıkla.
“Gerçek olabilir,” dedi varlık. “Ama bunun için insanların kendi dünyalarını koruması gerek. Aksi halde yok oluş kaçınılmaz.”
Bir anda zihnimde görüntüler belirdi. Kuruyan nehirler, nefes alınamayan şehirler, tükenen canlılar… Ardından bir başka sahne: insanların bilinçlenip doğaya sahip çıktığı, temizlenmiş denizlerin, yenilenmiş ormanların görüntüleri… Gözlerim doldu. Bu görüntülerin hangisinin gerçek olacağını bizim belirleyeceğimizi anlamıştım.
Varlık bana dönüp elini uzattı. “Sen sadece bir kişisin, biliyoruz. Ama küçük bir değişim bile büyük bir geleceğe kapı açabilir.”
Tam cevap vermek üzereydim ki etrafımızdaki ışık hızla yoğunlaşmaya başladı. Zemin titredi. Varlıkların yüzündeki sakin ifade bozulmadı; sanki olması gereken buydu.
“Zamanın doldu,” dedi zihnimdeki ses. “Unutma, gördüklerin bir ihtimal… Gerçeğe dönüşmesi sizin ellerinizde.”
Bir anda her şey bembeyaz oldu. Gözlerim yanar gibi kapandı.
Ardından…
Gözlerimi bir kez daha açtığımda kendi yatağımdaydım. Tavan, duvarlar, hatta masamın üzerindeki dağınıklık bile yerli yerindeydi. Ama içimde bir şeyin değiştiğini biliyordum. Bu sadece bir rüya olamazdı; hissettiğim her şey fazla gerçekti.
Yataktan kalkıp pencereye yürüdüm. Soğuk sabah havası içeri doldu. Dışarıda sıradan bir gün başlıyordu. Yine de artık hiçbir şey bana sıradan görünmüyordu.
O günden sonra attığım her adımda, kırdığım her dalda, çöpe attığım her şeyde içimde bir soru yankılandı:
“Geleceği hangi yola sürüklüyoruz?”
Ve içimden bir ses, o varlıkların sesi gibi sakin ve kararlı bir şekilde fısıldadı:
“Değişim küçük başlar.”
