Merhaba, ben Onat. Bugün size ilginç bir hikâye anlatacağım; parlak ışık gibi, umutlarla dolu bir hikâye.
Sonbaharın ortalarıydı. Kızıl yapraklar her yerdeydi, güneş ışıklarını etrafa saçıyorlardı. Sırtımda sımsıcak hırkam, cebimde telefonum vardı. Ağaçların gün ışığını engellediği bu yolda en kötü ne olabilir, değil mi? Sınavdan aldığım düşük not… Üzgün bir şekilde evin yolunu tutuyordum. Aklımın bir ucunda bu notları nasıl düzelteceğim, diğer yanında ise bir umut ışığı vardı. Her şey bir gelişme olmadan mı bitecekti, yoksa gelecek arzularım bu notlarla adım adım uzaklaşıyor muydu? Buna izin mi verecektim?
Kendimi toparladım ve eve gidince yapmam gereken şeyleri kafamda ayarladım. Ama kafamda kurmakla olmuyordu bu iş. Tembel bir akılla bunları nasıl uygulayacaktım? Kendime sorular sormaya devam ederken aklıma bir şey takıldı: Bu sorunlar tam olarak nasıl çözülecekti? Azimle mi? Kararlılıkla mı? Sevgiyle mi?
İlk adım neydi bu uçsuz bucaksız yolda? Bir anda, bir ışık gibi belirdi aklımda: umut.
Sorunun cevabı umuttu. Kendimle uzun süre konuştum. “Bunu yapabilir miyim?” diye sordum. Bir anda anılarım depreşti. Yürüdüğüm bu yolda arkamda bıraktığım bütün sorunların ve cevapların kaynağı hep aynıydı: Umuttu!
Çok eskiden beri karşılaştığım her sorunda uyguladığım ilk aşama umuttu. O anda, umudum yeniden yeşeriyordu. Elimdeki son umudu harcadıkça, yerini daha da fazlası alıyordu. Küçüklüğümden beri yürüdüğüm bu uzun, düşündürücü yol olmasaydı, buralara kadar gelemezdim.
Hikâyem bu kadardı. Umutlanmanın ne kadar önemli olduğunu gösteren bu hikâyeyle size veda ediyorum.
Görüşmek üzere!
