İstanbul’un Dili Olsa da Konuşsa

Bazen İstanbul sokaklarında yürürken düşünürüm: “İstanbul’un dili olsa da konuşsa, bize neler anlatırdı?” Belki bizden önce bu şehirde yaşamış insanların hikâyelerini anlatırdı. Eski evlerin duvarlarında kalan kahkahaları, Galata sokaklarına düşen gözyaşlarını ve Boğaz kıyısındaki esintilerde saklı sırları söylerdi.

İstanbul sadece binalardan ve köprülerden ibaret değildir. Her köşesinde bir tarih, her sokağında bir duygu gizlidir. Sabah Eminönü’nde balıkçılar tezgâhlarını açarken, Üsküdar sahilinde insanlar işe yetişmek için koşar. Akşam olunca tramvaylar sessizleşir, şehir ışıklarla parlar ama hatıralar hiç uyumaz; her taşın bir hikâyesi vardır.

Belki İstanbul bize, “Beni sevin, bana iyi bakın,” derdi. Biz nasıl davranırsak, şehir de öyle olur. Eğer biz gülersek, şehir de güzelleşir. Eğer üzülürsek, gökyüzü bile griye döner.

Martıların sesi, rüzgârın Boğaz’dan gelen esintisi, yağmur damlalarının taşlara düşmesi şehrin fısıltısı olur. Dili olsa, bize şunu söylerdi: “Ben sizin evinizim, her adımınızı izliyorum. Hatıralarınızı taşıyorum ve sizi unutmayacağım.”

İstanbul bizimle yaşar, bizimle büyür ve bizimle konuşur. Onu dinlemek gerekir; çünkü her sokak, her köprü, her meydan bir hikâyedir ve her hikâye bize kendimizi, birbirimizi hatırlatır.

(Visited 3 times, 1 visits today)