O gün, hayatımın en unutulmaz günüydü. Bir sabah, gelen bir davet mektubuyla öğrendim ki Mustafa Kemal Atatürk’le aynı sofrada yemek yiyecektim. Büyük bir heyecanla hazırlanıp belirtilen köşke doğru yola çıktım. Kalbim adeta yerinden fırlayacak gibiydi.
Sofraya oturduğumda, Atatürk’ün sıcak bakışlarıyla karşılaştım. Gülümseyerek, “Hoş geldin evladım.” dedi. Titreyen sesimle, “Paşam, sizinle aynı sofrada oturmak benim için büyük bir onur.” dedim. “Estağfurullah…” diye karşılık verdi. “Bu millet için emek veren herkes benim kardeşimdir, evladımdır.” Yemek boyunca gözlerini kaçırmadan konuşuyordu. Her kelimesi hem öğretici hem de yürek ısıtıcılıydı. Ona öğretmen olduğumu söylediğimde gözleri parladı.
“Harika!” dedi. “Öğretmenler, Cumhuriyet’in aydınlık neferleridir. Sizin gibi gençlere güvenim sonsuz.” Yemeğin ortasında cesaretimi toplayıp sordum: “En çok neyi özlüyorsunuz, Paşam?” Gözlerini uzaklara dikerek yavaşça, “Anadolu’nun toprak kokan insanlarını.” dedi. “Samimiyeti, dürüstlüğü, o saf sevgiyi…” Yemekler nefisti ama Paşa’nın sohbeti her şeyden daha lezzetliydi. Her sözü içime işliyor, tarihle aramda görünmez bir köprü kuruyordu.
Yemekten sonra elini öptüm. “Bu anı asla unutmayacağım.” dedim. Omzuma dokunup gülümsedi: Unutma evladım, bu vatanı geleceğe siz taşıyacaksınız.
