Eğer kendi anılarımdan oluşan bir şehir tasarlasaydım, öncelikle şehirde birçok gökdelen olurdu. Yollar daha geniş, binalar ise doğayla iç içe bir yapıya sahip olurdu. İkinci olarak, şehir doğal enerji kaynaklarından beslenirdi. Yani, barajlar, rüzgar türbinleri ve güneş panelleri gibi sürdürülebilir enerji kaynakları kullanılırdı.
Üçüncü olarak, çalışma ve yaşam alanları birbirinden ayrı olurdu. Çünkü bu iki alanın iç içe olması çarpık kentleşmeye yol açabiliyor. Dördüncü olarak, şehirde otobüs gibi toplu taşıma araçları yerine daha çok metro gibi yer altından geçen ulaşım sistemleri bulunurdu. Böylece yüzeyde daha fazla alan kazanılırdı.
Beşinci olarak, şehirde çok az üst geçit olurdu çünkü bunlar yalnızca gerçekten gerekli olduğunda kullanılırdı. Ayrıca, ışık kirliliğini önlemek için yollarda daha az trafik lambası bulunurdu. Altıncı olarak, yaşam alanlarında yalnızca villalar yer alır ve bunlar düzenli bir şekilde sıralanırdı.
Eğer şehir dağlık bir bölgede olsaydı, yüksek alanlarda villalar, alçak bölgelerde ise daha uzun binalar inşa edilirdi. Böylece uzun binalar rüzgardan daha az etkilenirken, dağlık alandaki villalar da güvenli olurdu. Sekizinci olarak, havaalanları şehrin dışında konumlandırılır, ancak küçük havaalanları sanayi bölgeleri gibi şehir içinde de yer alabilirdi.
Dokuzuncu olarak, büyük fabrika tipi sanayi alanları şehrin dışında olurdu, böylece şehirde yaşayan insanlar sanayinin olumsuz etkilerinden korunurdu. Son olarak, villalarda kendi enerjisini üreten güneş panelleri bulunurdu ve bu da büyük bir tasarruf sağlardı.
