Benim adım Naya. On dört yaşındayım. Ama bazen kendimi on dört değil de yüz yaşında hissediyorum çünkü açlık insanın çocukluğunu sessizce alıp götüren görünmez bir hırsızdır. Yine de her sabah güne “Belki bugün biraz daha iyi olur ” diyerek başlarım. İşte bugünkü hikayem de böyle başladı. Sabah uyandığımda kulübemizin çatısından içeri süzülen ışık, yerdeki kumlara altın tozu gibi serpilmişti. Fakat ışık bile midemin boşluğunu dolduramıyordu. “Bugün de açlıkla savaşacağız” dedim kendi kendime. Bu cümleyi o kadar sık söylüyorum ki artık günün selamı gibi oldu. Annem dışarda ateş yakmaya çalışıyordu. Ateş dediysem… Aslında birkaç kuru dalın üzerine üflenen minicik bir kıvılcım. Tenceremizin içi boştu ama annem yine de karıştırıyordu. Belki karıştırdıkça umut çoğalır diye. “Okula git kızım” dedi bana. Okul… Aç olunca insanın gözü hiç bir şey görmüyor. Ama yine de gittim. Çünkü öğretmenimiz “Bilgi en büyük güçtür.” diyor. Belki bir gün bu güç bizi buradan çıkarır. Okula giden yol uzun değildi ama sıcak, gölgeleri bile korkutuyordu. Taşların üstünde yürürken ayağımda sanki ateşten terlikler vardı. Kuşlar bile yorgun kanat çırpıyordu. Ağaçlar çıplaktı; yaprakları değil de bize söyleyecek sözleri dökülmüş gibiydi. Okula vardığımda arkadaşım Hera beni karşıladı. Gülümsedi ama gülüşü yorgundu. O da benim gibi açtı. İnce bir dal gibi kırılacak gibiydi. “Bugün yiyecek geleceğini duydum” dedi. Kalbim göğsümün içinde küçük bir davul gibi çalmaya başladı. Ders bitince köy meydanına koştuk. Bir kamyon duruyordu. İnsanlar etrafını sardı. Toz bulutu yükselirken aralarından ilerlemeye çalıştık. Sıra bana geldiğinde görevli bir paket uzattı. İçinde pirinç, fasulye ve küçük bir ekmek vardı. Paketi kucağıma aldığım an kendimi hafiflemiş hissettim. Eve dönerken rüzgar bile yüzümü okşar gibi esti. Belki de mutluluğumu paylaşmak istiyordu. Kardeşlerim paketi görünce sevinçten ellerini çırptı. Annemin gözleri umutla parladı. Tenceremiz artık boş değildi; evimizin içi, kokusuyla bile insanı doyuran bir sıcaklıkla doldu. Annem ateşin başında sessizce otururken gözlerindeki yorgun çizgiler sanki biraz yumuşadı. Yıllardır kurumuş bir nehir yatağına ilk damlanın düşmesi gibi… Yüzüne uzun zamandır görmediğim bir gülümseme yayıldı. O gülümsemeyi görmek bile beni doyurdu diyebilirim. Daha sonra annem dikkatle ekmeği üçe böldü. Her bir parça küçüktü ama mutluluğumuz kocamandı. Herkesin gözündeki mutluluğu, ışıltıyı görebiliyordum. Açlık, günlerimizi çalmaya devam ediyor ama bugün, açlıkla aramıza küçük bir zafer sıkıştırdık. Belki yarın yine zor olacak…ama biliyorum ki umut, en çorak toprağın bile içinden filizlenebilir. Ve ben, o filizin adı olayım istiyorum…
