Benim adım Victor. On bir yaşındayım ama kimse inanmaz. Gözlerimin etrafındaki ince çizgiler, sanki Güneş’in altında kuruyan toprak gibi erken yaşlandı. Burası Nijerya’da küçük bir köy. Her günüm, bir önceki günden farksız, aynı zorlu döngüde başlıyor.
Sabah, gökyüzü henüz turuncuya dönmeden kalkarım. Karıncaların bile henüz uyanmadığı bu sessizlikte, midemdeki boşluk kendini daha çok hissettirir. İçimde koca bir davul çalıyor sanırsın, tok bir sesle “Açım” diye bağırıyor. Annem ve bacakları felç abim Andrew, üzerlerindeki ince örtülerle yanımda uyuyorlar. Onların huzurunu bozmamak için sessizce hasır yatağımdan kalkarım.
İlk görevim, su kuyusuna gitmek. Köyün dışındaki o meşhur, derin kuyu. Oraya gidip gelmek, Güneş tepeye çıkmadan önce tamamlanması gereken en ağır işim. Çoğu zaman kovanın ağırlığı, benim zayıf kollarımdan daha güçlü gelir. Geri dönerken, bazen dengemi kaybedip suyu dökecek gibi olurum. O an, dökülen her damla suyun, bir günlük yaşam hakkımızı kaybetmek gibi olduğunu düşünürüm.
Güneş yükseldiğinde, köyde hayat başlar. Herkes bir şeylerin peşinde koşar. Annem, azıcık kalan unu suyla karıştırıp, bizim için günün tek yemeği olacak ince lapayı hazırlar. Bu, bazen bize sadece bir kaşık düşen, lezzetten çok hayatta kalma garantisi olan bir yiyecektir. Abim Andrew, kaşığını bana uzatır, “Sen daha çok ye victor,” der. İşte o an, kalbimin içindeki açlık, sevgisinin sıcaklığıyla bir anlığına dinermiş gibi olur.
Öğleden sonra, köydeki diğer çocuklarla toplanırız. Enerjimiz azdır ama hayal gücümüz sınırsız. Çevredeki kumları bir oyun alanı, ağacın kurumamış tek tük yapraklarını top yaparız. Aramızda en iyi oynayan bendim ama Nijerya’nın ıssız köylerinde iyi top oynayana değil en çok yiyecek getirene ödül veriyolar. Yine de bir gün bu hayalimin peşinden gitmek istiyorum. Bu kimsenin bilmediği köyde tek eğlencemiz top oynamak. Top oynarken neredeyse her şeyi unuturuz. Bunlara açlık da dahil. Ama oyun biter bitmez, o asla geçmeyen boşluk geri gelir.
Her şeye rağmen günün sonunu çok seviyorum. Akşam güneşi batarken, gökyüzü o kadar güzel renklere bürünür ki, sanki tüm dünyanın ıstırabını saklamak için bir battaniye serilir. Annem, bizi hasırın etrafına toplar ve bize atalarımızın hikayelerini anlatır. O hikayelerde her zaman bol yiyecek, bereketli yağmurlar ve güçlü insanlar vardır. Onu dinlerken, midemdeki ağrıyı değil, kalbimdeki umudu beslerim.
Yatmadan önce, koca bir bardak su içerim. Midemdeki boşluğu doldurmanın tek yolu budur. Gözlerimi kapatırken, yarın yine bir avuç lapa için uyanacağımı bilirim. Ama biliyor musunuz? Hayal etmeyi de bırakmam. Bir gün, o hikayelerdeki gibi bereketli topraklarda uyanacağım. Bir gün, açlık değil, kahkahalar kovalayacak beni. O gün gelene kadar, bu incecik umutla ayakta kalacağım ve biliyorum ki ” O gün ” elbet bir gün gelecek.
Victor’dan, Nijerya’dan
.
