Annem bir telaş halinde. Kardeşimse bu savaş alanı misali ambiyansı etrafa durmadan gülücük saçarak bozuyor. Büyük ihtimalle mutluluğunu bugün tanıklık edeceğimiz sahnelere borçlu. Kim bilir ne kadar müteşekkirdir O’nu görme fırsatına erişebildiğine. En azından O’nun varlığına ve her yeni gün batmaya biraz daha yaklaştığını düşündüğümüz güneşi yükseltme çabalarına bile müteşekkir olmamak elde değil. Çünkü bugün,batan güneşimizi doğduracak,sönmeye yeltenen umutlarımızı yeşertecek,kaosun ortasından çıkagelen Mustafa Kemal,Ankara halkıyla bir araya geliyor.
Vatanımız sömürgeci devletlerin hedefi olalı geçen zaman yaşımdan bile büyüktü. Kendimi bildim bileli topraklarımız teker teker elimizden yitip gidiyor. Bu trajedik durumu sırılsıklam yağan yağmur ve kopmayı bekleyen bir fırtınanın altında korunaksız,şemsiyesi bile olmayan birine benzetiyorum. “Savaş” düşüncesi bile beni fazlasıyla rahatsız ettiği için yaşanan her kaybı ve ölümü bu korunaksız kişinin aldığı bir hasar gibi düşünüyorum. Böylelikle her şey gözümde daha hafiflemiş oluyor ki bu,metaforumun işe yaradığı yani amacıma ulaştığım anlamına gelir. Fakat maalesef durum bu “hafifletilmiş metafor”umdan çok daha fazlasıydı.
Ufak bir toprak parçasından yavaşla büyüyüp 3 farklı kıtaya yayılmış,onlarca göl ve denizi kendi hakimiyeti altına almış ve bitmek bilmeyen bu askeri ve diplomasi başarılarının yanı sıra sürekliliği,istikrarı sağlayabilmiş köklü bir imparatorluğun yüzyıllar boyunca önce kendini yenilik ve gelişmelere kapatıp halkı resmen kendi haline bırakması,sonrasında askeri,politik ve diplomatik açılarda kaçınılmaz gerilemeler yaşatması ve son olarak üst üste gelen askeri ve diplomatik yenilgilerle beraber hanedanın bile savunur noktaya geldiği manda ve himaye reklamlarıyla devleti yüzyıllar süren bir parçalanma sürecine hapsolmasını izliyorduk. Sokaklar karanlıktı,suratlar asıktı ve umutlar tükenmişti. Yüce Türk halkının her bir ferdi artık,sadece asırlar sonucu değil de bir anda meydana gelmiş gibi gözüken,işgaller ve işkenceler sebebiyle bitmeyen korku ve endişe ile kaplanmıştı. Orduları ve paralarıyla üstünlük kuran Batı devletleri topraklarımızı, bölgeden bölgeye yayılan haberler ve kayıplarsa halkımızı bedenen ve ruhen işgal ediyordu. Bölgeden bölgeye yayılan haberler ve kayıplarsa yüreklere bir ateş düşürüyor,ulusumuzun anbean yok olmaya yaklaşan geleceği içimizi parçalıyordu. Lakin umutsuzluk ve gözyaşı hiçbir fayda getirmedi. Sonsuzluğa gömülmüş kayıplarımızın arkasından tuttuğumuz yas,moral bozukluğumuzu kalıcı yapmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Yapılması gereken tek bir şey vardı:varımızla yoğumuzla ve en önemlisi birlikteliğimizle mehmetçiklere yardım edip işgalcileri bir an önce vatandan temizlemek. Fakat örgütleme gibi büyük bir işin en zor kısmı o işe başlamaktı ve bu cesaret sadece O’nda vardı.
İşte O’ydu altın sarısı saçlarıyla atından inen,cesaret verdiği halkının minneti ve coşkusuyla kalabalığın arasından bizi selamlayan. O’ydu Türk milletinin bağımsızlığı için hayatını göze alıp sömürgeci Batı’ya ve otoritesi git gide yok olan hanedana karşı gelenlerin başındaki. O’ydu Mustafa Kemal Paşa. Paşa’nın vardığını duyar duymaz kendimizi insanların arasından sıyrlıp en önlere koşarken bulduk. Annemin bağırışlarına aldırış etmeden bi misli insanı arkamızda bıraktığımız an Paşa yanımıza geldi. Ben ve kardeşime önce yanımızda bir büyüğümüzün olup olmadığını sordu. Arkamızdan annem gelip benim ve kardeşimin ellerini tutunca mahcup düştüm fakat Paşa’yı canlı görmenin verdiği heyecanın yanında mahcubiyetim hiçbir şeydi! Mustafa Kemal Paşa’yla diyaloğumuzun ona “hafifletilmiş metafor”umu anlatmamla sona ereceğini zannederken metaforu devam ettirdi:
“Yağmur hala hüzünle ve bardaktan boşalırcasına yağıyor,sisler her yeri kaplıyor,kaplamaya da devam ediyordu. Fakat artık şemsiyemiz vardı. Bize yuva olacak,yağmur ile beraber gelen fırtınadan en az hasarla kurtulmamızı sağlayacak olan şemsiyemiz vardı artık. Aslında o şemsiyenin her bir parçası,yağmurun başından beri etrafa saçılmış bir şekilde durmaktaydı. Parçalar tek başlarına yağmura karşı gelmek için işlevli değildi fakat hepsi bir araya gelince sırılsıklam olmadık sihir varmışçasına. Birliktelik anlam kazandırdı ve zaferi mümkün kıldı. Tıpkı milletimiz gibi.”
