Hepimizin içinde anlaşılmak için yanıp tutuşan bir ateş vardır. Harlandıkça harlanır bu ateş çünkü empatiden yoksundur çoğu insan. Ancak insanların beyinleri birbirlerinden o kadar da bağımsız çalışmaz; bizimle aynı şeyleri hisseden birçok insan vardı, varlar ve var olmaya devam edecekler. Birbirimizden ayrıldığımız asıl kısım düşüncelerimizle hangi yollarla başa çıktığımızdır. Kimi kendini ifade edebilmek için kalemine sığınır, kimi kalem ve hislerden çoktan nasibini almış bir yığın kâğıda. Peki, hangisi söndürür bu ateşi?
Yazmak, yazmayanın asla anlayamayacağı kadar rahatlatır insanı. İlla birine yazmak gerekmez, kişinin kendi kendine yazacağı ufak bir not bile rahatlamasında etkilidir. Çünkü bir insanı kendinden başka kimse sonuna kadar anlayamaz. Benzer şeyler yaşamış biri belki biraz yaklaşabilir ancak tamamen anlaşılmak kurak bir çölde bir bataklık çiçeğinin açması kadar imkansızdır. Bu yüzdendir bazı insanlardaki yazma isteği. Kötü geçen bir günün ardından oturup duygularını kelimelere dökmekten daha güzel ne teselli edebilir ki insanı? Kalemi yoldaşı olur, kâğıdı sırdaşı. Yükler insanın kalbinden birer birer azalır. Belki kötü hisler gitmez ama uzaklaşır. Bazen de bizi heyecanlandıran, mutlu eden, kalbimizi canlandıran olayları yazmak isteriz. Çünkü yazılan şey ölümsüzleşir. Mutluluk yazıldıkça çoğalır, keder açıklandıkça hafifler. Hakkında yazılan duygu ne olursa olsun değişmeyen tek şey kişinin kendini özgürce ifade ettikten sonra içine dolan rahatlama hissidir.
Okumak, en alakasız iki duyguyu bile insana aynı anda hissettirebilecek bir aktivitedir. Dilimizin itiraf etmeye varmadığı cümleler, okuduğumuz yazılarda yüzümüze çarpar. Bu bizi bir kere güldürürse iki kere ağlatır, üç defa yaşatırsa dört defa öldürür. Fakat ağlamak insanı rahatlatır, ölümse acıyı sonlandırır. En sonunda hissederiz ifade edildiğimizi, durulur zihnimiz. Okumak işte tam da bundan ibarettir. Hiç tanımadığımız, belki farklı bir ülkede yaşayan belki de farklı bir yüzyıldan bize seslenen birinin yakarışlarında hem hayat bulmak hem de can vermek… Çünkü o haykırışlar var olduğundan haberimizin bile olmadığı bir yaramıza dokunur, yarayı kanatır. Kanatır ki kabuk bağlasın, kabuk bağlasın ki iyileşsin. Kendi ruhumuza dokunmadan geçmez o yara, kitap da bu döngünün en sadık arabulucusudur çünkü sayfalarında bize kendi yansımamızı gösterir. Öyle ki insan bazen söyleyecek söz bile bulamaz. Sanki tüm şairler onun hisleriyle ilgili söyleyebileceği her şeyi sığdırmışlardır dizelerine, sanki bir ressam onun hakkında fısıldamıştır resmine. Kişinin sözünün bittiği yerde bir sanatçı devreye girer ve o sanatçı, kapalı pencerelerinden kaçıp özgür kalmaya çalışan insanların ruhlarını kurtarır.

Kimsenin reddedemeyeceği bir gerçek varsa o da yazma ve okuma eylemlerinin fazlasıyla iç içe geçmiş iki kavram olmasıdır. Öylelerdir ancak birinin kapsam alanının daha geniş olduğunu da inkâr edemeyiz sanırım. Bir şeyi okuyorsak bunun tek nedeni kendini ifade edebilme yetisine sahip birinin düşüncelerini kağıdına açmasıdır. Yazmıştır kişi, yazmıştır ve en sonunda okuduğumuz o kitaba veya metine sahip olmuşuzdur. Okumak, yazmanın ışıltılı çerçevesidir fakat yazmak, okumanın duvarıdır. Yazma dilini süsleyen, ona derinlik katan birçok etmen okumayla gün yüzüne çıkar ancak biri yazmaya karar vermeseydi okuyacak hiçbir şeyimiz olmayacaktı. Tıpkı bir duvarımız olmasaydı çerçeve asacak bir yerimizin olmayacağı gibi…
Özetlemek gerekirse, anlaşılmak kadar zor bir olgu karşımızda dururken sadece okuyarak içimizde yanan o ateşi söndüremeyiz. Goethe’nin de dediği gibi, bu dünyada birinin diğerini anlaması o kadar kolay bir şey değil. Bir insan karşısındakiyle aynı duyguları paylaşsa bile iki tarafın hislerini ifade ediş şekillerinin farklılıkları yüzünden uzlaşmaya varılamayabilir. İnsanlık, “dil” denen ve basit olmamasına rağmen basit olarak görülen bir mevzuda bile uzlaşamamış. Her toplum kendini ifade etmek için farklı yollar seçmek istemiş, farklı tabirlere ihtiyaç duymuş ki şu anda dünyada 7000’i aşkın dil bulunuyor. Yani yaşamın belki en karmaşık konusu olan hislerde ortak paydada buluşmak fazlasıyla güç ve yorucu. Okumak, ateşimizi hem harlayabilir hem durultabilir. Yazmak ise kimsenin size karışamayacağı ve kendinizi tüm şeffaflığıyla anlatabileceğiniz tek eylemdir. Bu yüzdendir ki kalemimize sığınmak, ateşimizi tamamen söndürebilmek için çoğu zaman tek çaremiz gibi görünür.
