Neden Yanımdasın?

İyi değildim. Derdimi anlatmak iyi gelirdi belki, ama karşımda zaten büyüyen bir endişeyle gözlerimin içine bakan annemi daha üzgün görmek güç gelirdi bana. Hem zaten, “İyi misin?” sorusu yalnızca formalite için sorulmaz mıydı? Üzerine saatlerce ağlanılacak bir tarafı olsa ayaküstü konuşmalarda sorulmazdı insana. Sağ baş parmağımın tırnağı ile oynamayı bırakarak  samimi bir gülümseme takındım ve cevapladım: “Evet, gayet iyiyim.” Elimi gözlerimi ovuşturmak için yüzüme götürdüğümde birazı hırkamın koluna bulaşan rimelimi fark etmiş olmalıydı ki kolumu işaret ederek devam etti. “Bundan emin misin? Sen ağladın mı?”  Kolumu geri çektim. “Ağlamak mı? Sadece makyajım daha kurumamış olmalı, merak etme, ben gayet iyiyim.”

Doğrusunu söylemek gerekirse bu doğruydu, ağlamıştım. Saatlerce, günlerce ağlamıştım. Neden mi? Çünkü onu çok özlüyordum. Arda hayatımdan çıkalı tam üç ay olmuştu. Haziran ayını yatağımdan hiç kalkmadan geçirmiştim. Hiçbir gece doğru düzgün uyumamış, kahveden başka bir şey yiyip içmemiştim. Gözlerimin altı şişmiş, ben ise sağlam bir miktarda kilo vermiştim. Yıpranmıştım, artık bir şekilde bir şeyleri toparlamaya başlamam gerektiğini biliyordum ama bunu nasıl yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sanki zaman geçtikçe iyileşmek yerine durumum daha da kötüleşiyordu.

Onsuz geçirdiğim bunca zaman, tek bir şey fark etmemi sağlamıştı: yapamıyordum. Arda olmadan olmuyordu. O yanımda olmadığı sürece mutlu olamıyordum. Kendimi kaybetmiştim ve o geri gelmediği sürece bir daha bulamayacaktım. Günlerce tek kızından bir haber alamayınca annem kapıma gelmişti. Evimi son ziyaretinde Arda da benimleydi, o zaman tanıştırmıştım ikisini. O mayıs gününün akşamında yine bugünkü gibi bir konuşma geçmişti annemle aramda. Mutfakta oturup, kahvelerimizi yudumlarken bana sormuştu “Nasılsın?” diye. Sırıtarak yanıtlamıştım bu sorusunu. “Çok iyiyim, kötü hissetsem bile Arda yanımda olunca iyi oluyorum, yani çok iyiyiz.” demiştim ona. Şimdi ise karşısında göz yaşlarına boğulmamak için zor tutuyordum kendimi.

Bir süre ikimiz de konuşmadık. Suskun bir şekilde birbirimize baktık. Buna rağmen ben annemin ne düşündüğünü biliyordum. Yüzüme çok ince bir ifadeyle bakıyordu. Bakışlarımda bir çift ela gözden fazlasını görüyordu. O an anlamıştım ki annemden hiçbir şey saklayamazdım. Yalanlarımı görüyor, ifadelerimi okuyor, düşüncelerimi duyuyordu o. Daha fazla saçmalamadan, her şeyi anlatmalıydım belki de ona. İşte o an hissetmiştim tuzlu suyun yanağımda bıraktığı hafif dokunuşu. Ben konuşmaya fırsat bulamadan gözyaşlarım anlatmaya çoktan başlamıştı bile hikayemi. Çaresizliğimi görünce ayağa kalkmıştı annem, yanıma gelip sıcacık kollarına sarmıştı beni. Küçük bir çocuk gibi olmuştum, mutlu ve güvende hissetmiştim kendimi. Ayların ardından böyle hissetmek, biraz da olsa iyi gelmişti bana.

Uzun bir konuşmanın ardından annem geceyi benimle geçirmeye karar vermişti. Uzun bir süredir ilk kez yalnız değildim. Üstelik, bu hayatta en çok güvenebileceğim insanın yanındaydım. Belki de her şeye rağmen hayatımı toparlayabilirdim. Belki de sonunda iyileşebilirdim. Bir süreliğine de olsa küçük bir umut ışığı dolmuştu içime. O gece yastığıma uzun zamandır ilk kez huzurla koymuştum başımı. Hem düşününce, Arda gitti diye hayatım bitmemişti ki. Tam tersine, belki de yeni başlıyordu. Belki de beni en sevdiğim kahve dükkanında kokusunun hasretinde gözyaşları içinde bırakmayacak, bunun yerine bana doğum günümde en sevdiğim çiçeklerden alacak biri bulurdum seneye. Bu düşüncelerin eşliğinde, tatlı bir uykunun kollarına bırakmıştım kendimi.

“Bitti…” Gözlerimi tam anlamıyla açabildiğimde tanıdık bir yüz görmek, kafamı daha çok karıştırmıştı. Onu karşımda gördüğümde kalbim yerinden çıkacak sandım. Kim olduğunu tam olarak çıkaramadığım bu tanıdık yabancı ile ilgili yalnız bir şey biliyordum. O benim canımı yakmıştı. İyi biri değildi, benim için iyi değildi. En sevdiğim köpüklü kahveyle aynı renk bukleleri vardı. Masmavi gözleri ile yabancı bir modeli andırıyordu. İki sıra inci gibi dizilmiş dişleri vardı ve boyu oldukça uzundu. Uyandığımı görünce ayaklandı. Yanıma geldi, elimi tutarak bana iyi olup olmadığımı sordu.

O sesi duymak her şeyin bana geri gelmesine yetmişti. Ne kadar onun benim için bir yabancı olmasını istesem de bu imkansızdı. Onu unutmam nasıl mümkün olabilirdi? “İyiyim ben.” dedim ona ihaneti hiç canımı yakmamış gibi. “Emin misin?” diye sorunca yineledim cevabımı. “İyiyim, Arda. İyiyim. Neden aylar sonra yeniden karşımda olduğunu söylersen belki biraz daha iyi olurum.” Şaşırmıştı belli ki. Neden sinirli olduğumu anlamlandıramamıştı belki de. “Ne demek neden yanındayım İpek? Üç aydır yanından ayrılmadım ki ben senin. Beni ne kadar korkuttuğunu biliyor musun? Hayatımın anlamını kaybettim sandım…”

Anlamakta zorluk çekiyordum. “Hayatının anlamı mı? Ben mi? Beni o kadar seviyorsan neden ayrıldın benden Arda? Sana inanamıyorum. Karşımda durup hiçbir şey olmamış gibi davrandığına inanamıyorum.” Yine yaşarmaya başlamıştı gözlerim. Bu sefer üzüntümden değil, sinirimden ağlıyordum. Arda’nın dedikleri ile ilgili bir şeyi o an fark etmiştim. Üç aydır yanımdan ayrılmamış mıydı? Ben üç aydır kendimi mahvetmiştim yanımda olmadığı için. Benimle dalga mı geçiyordu bu adam? Tam konuşmak için ağzımı tekrar açacakken onun sözü nefesimi yarıda kesti:

“İpek, ben senden hiçbir zaman ayrılmadım ki…”

(Visited 20 times, 1 visits today)