Özgürlüğün İki Yüzü

Herkes, en temel insan haklarına sahip olmayı arzular. Her birey en ideal şekilde yaşamlarını şekillendirmek, kendi kararlarını verip kendi rotasını çizmek isterler. Ancak, özgürlük kelimesini tek ve basit bir kelime olarak görmek doğru değildir. Özgürlük, derin nüanslara ve içinden çıkmakta zorlanılabilecek durumlara sahiptir bu nedenle yüzyıllardır sonsuz felsefi sorgulamaların konusu olmuştur ve hâla da olmaya devam etmektedir.

Rousseau’nun “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur.” sözü ve Nietzsche’nin “Özgürlük, insanın kendine karşı sorumluluk alabilmesidir.” sözü özgürlüğün farklı taraflarını ve boyutlarını gözler önüne serer. Bu bakış açıları, dış dünya ve iç dünya arasındaki bağlantıyı fark etmemize destek olur. Rousseau’nun düşüncesine göre her insan fıtrattan özgürdür. Ancak, bireyi sınırlayan, yasaları, gelenekleri, görenekleri ve yaşadıkları toplumların kültürel normlarıdır. Eski çağda olduğu gibi modern dünyada da, birey yalnız kendi özgür iradesiyle değil, ayrıca başkalarının düşüncesi, isteği, ve hatta beklentilerine göre de yaşamaktadır.

Günümüzde özgürlük anlayışı, insanların hem dış hem de iç dünyalarının etkenleriyle daha anlaşılır bir biçimde ele alınmaktadır. İnsan, yapması gereken işler, sosyal ilişkiler, arkadaş çevresi ve ekonomik sorumluluklar gibi görünmez baskılar altında kararlarını oluşturur. Örneğin, biri aile beklentilerini karşılamak , maddi kaygılar ve gelecek kaygılarıyla aklının içinde boğuştuğundan istemediği bir işte çalışmak zorunda kalabilir. Rousseau’nun bu yaklaşımı, özgürlüğün sadece dış zorluklardan ve karmaşalardan değil, bireyin kendisinin kısıtlayıcı toplumsal yapılarla da kısıtlanabileceğini gösteriyor. Nietzsche özgürlüğü başka bir yönüyle ele alır. Onun fikrine ve bakış açısına göre asıl sıkıntılı olan durum, bireyin içinde taşıdığı korkular ve sorumsuzluklardır. Özgürlüğe hayatta dış dünyada bizi kısıtlayan şeyleri kaldırarak ulaşamayacağımızı savunur. Her birey, kendi tercihlerine, misyonlarına, değerlerine ve çizgisine sahip olmalıdır. Nietzsche’ye göre bireyin kendi değerlerini yaratabilmesi ve yaşamını cesaret, bilinçle farkındalık çizgisinde oluşturabilmesi gerçek özgürlüktür. Örneğin toplumsal eleştirilerden çekinmeden kendi eserini yaratabilen sanatçılar, dış ve iç özgürlüğün birer göstergesidir. Özgürlüğü kavramak için Rousseau ve Nietzsche’yi birlikte okumak ve duyurmak lazım. Rousseau özgürlüğün, insanın toplumsal baskılardan ne kadar etkilendiğini ve birlikte yaşamayı sembolize eder. Nietzsche onun zincirlerini kırmanın yolunu gösterir.

Sonuç olarak, özgürlük hem dış dünyanın hem de iç dünyanın bir serüvenidir. Sadece toplumsal zincirlerden kurtulmak yeterli olmaz ona ek olarak kendi iç dünyamızdaki korkuları, kaygıları ve alışkanlıkları da aşmamız gerekir. Özgürlük, bir yandan Rousseau’nun dediği gibi “zincirleri görmek”le başlar, diğer yandan Nietzsche’nin dediği gibi “o zincirleri sorumlulukla taşımak ve gerektiğinde kırmak”la tamamlanır.

Özgürlük, bir varoluş pratiğidir. İnsan, hem toplumsal baskıların hem de kendi içsel engellerinin farkına vardığında, gerçek anlamda özgür olabilir ve bunun farkına varabilir. Belki de hayat, zincirlerimizi fark edip onlarla yüzleşme sürecidir. Gerçek özgürlük, bu farkındalıkla başlar ve cesaretle devam eder.

(Visited 5 times, 1 visits today)