Özgürlük Üzerine: Rousseau mu, Nietzsche mi?

İnsanlık tarihi boyunca özgürlük kavramı, felsefenin en tartışmalı ve en derin konularından biri olmuştur. Her dönemde insanlar özgürlüğü farklı biçimlerde anlamış, kimileri onu bir hak, kimileri ise bir sorumluluk olarak görmüştür. Bu tartışmanın merkezinde yer alan iki önemli filozof olan Jean-Jacques Rousseau ve  Nietzsche, özgürlüğü farklı bakış açılarından ele almışlardır. Rousseau, “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur.” diyerek insanın doğuştan özgür olduğunu, ancak toplum tarafından kısıtlandığını savunur. Nietzsche ise “Özgürlük, insanın kendine karşı sorumluluk alabilmesidir.” sözüyle özgürlüğü bireyin iç dünyasında, kendi iradesiyle ilişkilendirir. Her iki düşünce de özgürlüğün özünü sorgular, fakat farklı yönleri vurgular.

Rousseau’ya göre insan doğası gereği özgür, saf ve iyidir. Ancak toplum, yasalar ve gelenekler  bireyi kalıplara sokar. Bu süreçte insan kendi doğallığını kaybeder ve yapay bir varlığa dönüşür. Rousseau’nun zincir benzetmesi, işte bu toplumsal baskıların sembolüdür. Bu yüzden insan, kendi iradesini değil, toplumun iradesini yaşar.  Rousseau, özgürlüğü bireysel bir başkaldırı değil, toplumsal bir uzlaşma olarak görür. Bu düşünce, özellikle modern demokrasilerin temellerinde yankı bulmuştur.

Nietzsche ise özgürlüğü çok daha kişisel ve içsel bir biçimde ele alır. Ona göre insanın en büyük zinciri toplum değil, kendi korkuları, alışkanlıkları ve zayıflıklarıdır. İnsan, çoğu zaman “sürü ahlakı”na teslim olur; başkalarının doğrularını sorgulamadan benimser. Nietzsche’nin özgürlük anlayışı, bu sürüden ayrılabilme cesaretidir. Gerçek özgürlük, bireyin kendi değerlerini yaratabilmesi, kendi yaşamının anlamını kendisinin belirleyebilmesidir. . Nietzsche’ye göre özgür insan, başkalarının değil, yalnızca kendi vicdanının rehberliğinde yaşar.

Bu noktada iki filozofun özgürlük anlayışlarını karşılaştırdığımızda temel fark netleşir: Rousseau, özgürlüğü toplumla uyum içinde ararken, Nietzsche onu toplumdan koparak bulur. Rousseau’ya göre insanı zincirleyen şey dış dünyadır; Nietzsche’ye göre ise insanın kendi içindeki korku ve itaat eğilimidir. Bugünün dünyasına baktığımızda, Nietzsche’nin yaklaşımı daha günceldir. Modern insan artık fiziki zincirlerle değil, psikolojik ve kültürel zincirlerle kuşatılmıştır. Sosyal medyada onay alma isteği, tüketim kültürünün baskısı, sürekli “başarılı” olma zorunluluğu insanı kendi öz benliğinden uzaklaştırır. Böyle bir ortamda özgürlük, dışsal kuralları yıkmaktan çok, içsel cesareti bulmakla ilgilidir. Bu nedenle Nietzsche’nin “kendine karşı sorumluluk alma” vurgusu, çağımızın en büyük ihtiyacını anlatır.Yine de Rousseau’nun düşüncelerini bütünüyle reddetmek doğru olmaz. Çünkü birey, toplumdan tamamen bağımsız yaşayamaz. İnsan, doğası gereği sosyal bir varlıktır ve ortak yaşamın düzeni, bir ölçüde özgürlüğün sınırlarını belirler. Ancak bu sınırlar, bireyin kendi bilinciyle anlam kazandığında adil olur.

Sonuç olarak, özgürlük ne yalnızca Rousseau’nun dediği gibi toplumsal zincirlerin kırılmasıdır, ne de yalnızca Nietzsche’nin söylediği gibi bireysel cesaretin göstergesidir. Gerçek özgürlük, bu iki anlayışın dengelenmesindedir: İnsan hem toplumun adaletli düzeni içinde var olmalı hem de kendi iç dünyasında özgün ve sorumlu kalabilmelidir.

(Visited 2 times, 1 visits today)