Piyanistin İkinci Baharı

     Gri bir İstanbul sabahı. Trafiği bölen korna sesleri, yakınlardaki bir okulun teneffüs zili, kuşların ötüşleri kulaklarına çalınan sessizliği bozuyor. Deniz’in evinde yalnızlık hakim. Camları buğulanmış, dışarıda ince bir yağmur yağıyor; ne var ki Deniz’in bundan bile haberi yok çünkü perdeleri sonuna kadar kapalı. Yatağın bir ucunda öylece oturuyor. Gözleri boş, ne düşündüğünü anlamak mümkün değil. Günlerdir aynı tişörtü giyiyor, en son ne zaman duş aldığını hatırlayamıyor. Elinde eski bir fotoğraf: Hayatını yitireli çoktan bir sene olan Nihal ile piyanonun başında. Odanın merkezinde üstü örtülü halde duran piyano dikkat çekiyor. Tuşları tozlu. Deniz’in gözleri piyanoya kayıyor.

     Bir senedir o tuşlara dokunmuyorum. Tozunu silmeye, örtüyü kaldırmaya çekiniyorum. Her nota onun nefesini taşıyormuş gibi. Elimi dahi sürsem keserim diye korkuyorum. O gün o aramaya cevap veremedim. Hastaneye yetişip onun sesini son bir kez duyamadım bile. Şimdi ise müzikten korkmaktan başka bir çarem yok.

“Ben sana mecburum bilemezsin / Adını mıh gibi aklımda tutuyorum / Büyüdükçe büyüyor gözlerin / Ben sana mecburum bilemezsin / İçimi seninle ısıtıyorum.”

İçini Nihal’in sesi ısıtan Deniz, şimdi çok üşüyor. Canını bu kadar yakan Nihal’in gidişi mi yoksa bu gidişe rağmen kendisinin hayatına devam edebilmesi, işin aslında Nihal’e mecbur olmadığını fark etmesi mi? Deniz cevabı biliyor belki de ancak korkağın teki. Kendine karşı bile yeterince dürüst olamadığını fark etmesiyle beraber Nihal’e hak ettiği doğru sözlülüğü verip veremediğini düşünüyor ve bir kez daha ağlıyor. Geri gelmeyecek birine karşı duyulan suçluluk duygusu insanı yer bitirir. Çünkü insan hiçbir zaman o içini rahatlatacak sözleri duyamaz. Kalbini sıkıca saran bu hisle ölene kadar yaşamak zorunda kalır.

Kapı zilinin çalmasıyla Deniz belki de günler sonra kalkıyor yatağından. Kapıyı açtığında karşısında kimseyi göremiyor; sağa sola, yukarı aşağı bakıyor. En sonunda yere bırakılmış bir zarf karşılıyor onu. Bir zamanlar hep gittiği butik bir kafenin düzenlediği, genç grupların sahne alacağı ufak bir organizasyon daveti. Deniz, müzik gerçeğiyle bir kez daha karşı karşıya şimdi.

Zarfı tam yırtıp atacakken kendinden beklemediği bir şekilde duraksıyor. Zarfın üstüne el yazısıyla yazılmış minik bir not, ikinci kez düşünmesine sebebiyet veriyor.

“Notalar kaybolanları geri getirir.”

Belki de dakikalarca aynı yazıya bakan Deniz, en sonunda davetiyeyi katlayıp cebine koyuyor. Günler sonra ilk defa duşa giriyor, yarın giymek istediği kıyafetleri hazırlıyor ve yatağına hissetmekten korktuğu bir his ile giriyor- heyecanla karışık bir beklenti.

Ertesi gün kafeye varan Deniz, çalınan onlarca şarkıyı yüzünde en ufak bir mimik belirmeden dinliyor. Geldiği için neredeyse pişmanlık duymak üzereyken kulaklarına tanıdık bir melodi ilişiyor.

Aynı sokaktan geçiyorum ben yine,

Köşedeki banka kazınan isimlerimiz ile.

Ekim’in şarkısı bu, kimseler bilmez adını.

Bir sonbahar akşamı yazdık kaderin satırını.

Ve her Ekim’de aynı rüya çalar kapını,

Hatırlamakta bile zorlanırken adını,

Ben yine sana dönerim.

     Bu dizeleri yabancı bir sesten duymanın verdiği ihanete uğramışlık hissi Deniz’in nefesini kesiyor şimdi. Kalabalığın uğultusuna sağır artık Deniz. Ağlamalı, gözyaşlarını tutamamalı belki de ancak tam tersine yüzüne ufak bir tebessüm yerleşiyor. Bu bir tesadüf olamaz, Deniz buna inanıyor. Bu kendisine gönderilen bir selam gibi, aylar sonra yeniden buluşmak gibi. Notalar kaybolanları geri getirir mi sahiden? Sanıyorum ki hayır. Yine de bir anlığına, yalnızca birkaç dakikalığına getirmiş gibi davranır ve yaraları açık olan acınası kimseler kanar onlara.

     Program bitmeye, insanlar dağılmaya başladığı gibi Deniz hızla çalan grubun yanına koşuyor. Nefes nefese Nihal’i, ikisine ait olan bu şarkıyı nereden bildiklerini soruyor. Gitarist genç kız; Nihal’in öğrencisi olduğunu, kendisine fikir olsun diye bıraktığı şarkıların arasında bu şarkının da olduğunu söylüyor. Sebepler ve süreç önemli değil. Önemli olan tek şey Deniz’in hissettikleri. O gece gözyaşları tükenene kadar ağlıyor ve sabah mutlu uyanıyor.

Mutluluk ne ki sahiden? Henüz bir sene geçmiş olmasına rağmen Deniz’in “mutlu” hissetmeye hakkı var mıydı? Belki de hissettiği mutluluk değildi. Umudu yeniden yeşeriyordu. Bu umut Nihal geri gelecek umudu değildi. Nihal için yaşayabilirim umudu bile değildi. Bazen insanlar gider. Onlar gitti diye biz yok olduklarını zannederiz ama onlar bizlere vermiş oldukları yaşanmışlıklarla yaşarlar hep içimizde. Deniz kendisi için yaşayacaktı. Tekrar piyano çalacak, belki de bir gün tekrar aşık olacaktı. En önemlisi bilecekti ki Nihal ona yaşadığı için kızmazdı. O yaşadığı sürece Nihal de yaşardı ve Ekim ayı geldiğinde Deniz yine ona dönerdi. Belki bu sefer yepyeni bir şarkıyla, yanında bir başka genç kadınla, ikinci baharıyla dönerdi.

(Visited 11 times, 1 visits today)