Küçüklüğümden beri yağmurun azabından korkarım ve on beş yaşıma gelmeme rağmen korkmaya devam ediyorum. Çevremde bundan korkulur mu diyenler vardı elbette ama ben kalbimdeki çocuğu hala yaşatıyorum. Yağmur bir anda bastırınca her zamanki gibi çocuk kitaplarıma sarıldım. Hepsi gökkuşağının farklı renklerini yansıtıyordu sanki. Elime geçen ilk kitabı okumaya başladım.
İlk seçtiğim kitap sarı, soluk bir kapağa sahipti. Resimlere göre beyaz kar tanelerinin karanlık sokakta uçuştuğu bir kış gecesiydi. Sokağın tam ortasında soğuktan tir tir titreyen bir kız vardı. Belli ki kızın tek üşüyen yeri vücudu değildi, kalbi de üşüyordu. Yapayalnız ve çaresiz kız son kibritini de yakmak için cebinden çıkardı. Üzüntüsü gözlerinden okunuyordu. Kahverengi saçlarını arkaya doğru atıp kibriti yaktı. Sokakta etrafı aydınlatan tek şey kibritten çıkan küçük ışık hüzmesiydi. Sessizce kitabı bıraktım. Dünyadaki kimsenin bu yükü kaldırmaya takati yoktu.
İkinci aldığım kitabın kapağını mordu ve oldukça kasvetliydi. Kitabı açtığımda karşılaştığım resimle şok oldum. Her taraftan gelen uçak ve mermi sesleri tüyler ürperticiydi. Kasadaki küçük çeşme ve yeşil, huzur veren çimler tanınmayacak hale gelmişti. Yarısı yıkılmış evin kenarından yüreği yanan bir annenin çığlığı yükseliyordu. Bir asker ona doğru yaklaştı. Daha fazla bakmak istemeyerek kitabı kapattım. Hiçbir suçu bulunmayan insanların ruhlarının iki avuç toprak uğruna bedenlerinden ayrıldığı bu hikaye bana çok tanıdık gelmişti. Keşke biri hafızamı silip bu olayları kafamdan çıkarsaydı.
Bir nebze mutlu olacağımı düşünerek sıradaki kitabı aldım. Kan kırmızısı kapağı herkesi cezbedici bir izlenime sahipti. Bu güzel kapağın arkasındaki resmi görmek için heyecanla kitabı açtım. Ne yazık ki yine hüsrana uğramıştım. Gözleri kan çanağına dönmüş adamı gördüğümde kapağın neden bu renge sahip olduğunu anladım. Adam sokağın ortasında karşısındaki kıza bakıyordu. Kız ağlamaktan perperişan olmuş bir şekilde kucağındaki siyah köpeğe sarılmıştı. Adamın sesini yükseltmesinden korkan kız geri geri kaçarken köpekle birlikte yere yığıldı. Bu gördüklerime daha fazla katlanamazdım. Kitabı kapattım, biraz gözlerimi dinlendirdim.
Yağmurun duracağı yoktu. Ben de rafımın en solunda bulunan turuncu ve yeşil renklerin birbirine karıştığı, daha derinlerde mavi ve lacivert detaylara sahip kitaba baktım. Sakince uzanıp onu açtım. Herkesin sahip olmak isteyeceği türden bir aile ortamı karşıladı beni. Küçük bir kızın doğum günü partisine davet edilen bir sürü insan toplanmış, pastasını kesmekte olan kıza bakıyordu. Bu mutluluk tablosunda bir detay göze çarpıyordu. O soğuk kış gününde camdan içeriye imrenircesine bakan önceki hikayedeki kibritçi kız. Biz yani şanslı olanlar sadece kendi senaryomuzu yazmakla kalmayıp onu oynuyoruz. Diğerleri ise bırakın senaryolarını yazmayı, başkalarının hikayelerini izleme hakkına bile sahip değiller.
Kitabı bırakıp etrafa baktım. Yağmur dinse de benim içimdeki fırtınalar hala dinmemişti. Ben daha gerçeklerle yüzleşemeyen ve kendini çocuk kitaplarıyla avutan sıradan bir insandım. Camdan baktığımda bir renk cümbüşü ile karşılaştım. Herkesin hayallerini süsleyen o büyüleyici gökkuşağı işte orada, tam karşımdaydı. Fakat biliyordum ki ne ben onun altından geçebilirdim ne de o bu dünyayı Alice Harikalar Diyarı’na çevirebilirdi.
