Gökyüzüne ilk bakışımda, yıldızların her zamanki sabırlı ve sabırsız haliyle yer değiştirdiğini fark ettim. Sanki bir dansın içindeymiş gibi, her biri farklı bir yönde hareket ediyor ama hepsi bir bütünün parçasıydı. İçimde bir his uyandı; bu yıldızlar, sadece gökyüzünü süsleyen ateşli ışıklar değil, ruhumun haritasıydı.
Benim yıldızım, diğerlerinden farklı bir parıltı yayıyor; ona her baktığımda içimde bir güç uyanıyordu. Yıldızımı bulduğumda, bir anda kendimi yıldızın rehberliğinde, bilinçaltımın derinliklerinde bir yolculuğa çıkmış gibi hissettim. Bir anda geçmişim, anılarım ve geleceğim önümde bir nehir gibi akmaya başladı.
İlk olarak, yıldızım beni çocukluğumun geçtiği köydeki eski evime götürdü. Arka bahçede, o zamanlar bana ait olan çam ağacının altındaki taş, bana güvenli bir alanın olduğunu hatırlatıyordu. O taşın altındaki eski bir kutu, tüm kaygılarımı sakladığım yerdir. Yıldızımın ışığı bu kutuyu parlatırken, geçmişin yüklerinden arındım. Geçmişin acılarına, kayıplarıma ve hüzünlerime artık korkusuzca bakabiliyordum.
Sonra, yıldızım beni bir okyanusun kenarına götürdü. Suyun sessizliğinde, her dalganın içine huzur ve dengeyle yaklaşmanın anlamını öğrendim. Okyanusun enginliği, hayatın belirsizliğini ve sonsuzluğunu simgeliyordu. Dalgalara karşı dururken, içimde bir güven oluştu; bu yolculukta kaybolmak değil, her bir adımı cesaretle atmak gerekiyordu.
Bir süre sonra, yıldızım beni bir dağa doğru yönlendirdi. Zirveye ulaşmak için birçok zorlukla karşılaştım; kayalıklar, rüzgar, karanlık… Ama her adımda, ruhumun derinliklerinden gelen bir kuvvet beni destekliyordu. Zirveye vardığımda, tüm evrenin önümde olduğunu hissettim. Yıldızımın ışığı, sonsuz gökyüzünde dans eden bir ışık gibi parlıyordu ve ben bu ışığın bir parçasıydım.
Yıldızım bana sadece geçmişi değil, aynı zamanda geleceği de gösteriyordu. Her yeni yıldızla tanıştıkça, içimdeki korkuların bir bir kaybolduğunu ve hayatın anlamının, cesaret ve özgürlükte yattığını fark ettim.
