Serin bir pazar akşamıydı. Dışarıda hava, yağmur yağacakmış gibi bulutlu olmasına rağmen ay ışığı karanlık havayı bulutların arkasından sızarak aydınlatmayı beceriyordu. Evimin içi, dışarıdan gelen baykuş sesleri ve rüzgârın cama vururken çıkardığı uğultu dışında sessizdi.
Yatağımda oturmuş, edebiyat hocasının vermiş olduğu ve yarına kadar yazılması gereken yazı ödevimi yapıyordum. Yazacağım hikâyenin iyi olması şarttı, çünkü yıl sonu notumun büyük bir kısmı bu yazıya bağlıydı. Neyse ki hikâyemi bitirmek için sadece birkaç cümle kalmıştı. Sonra da yazım yanlışlarını ve noktalama işaretlerini kontrol edip yazıyı gönderecektim.
Saatlerdir bu ödevi yapıyordum; bu yüzden de oldukça yorulmuştum. Ödevi bitirdikten sonra kesinlikle sıcak bir duşa girmeliydim. Yoksa sadece uyuyarak günün yorgunluğunu üzerimden atabileceğimi sanmıyordum. Duşa girmezsem, yarın okulda ruh gibi gezineceğime emindim. Biraz rahatlamak ve enerji toplamak için bir şeyler yesem iyi olacaktı.
Mutfaktan biraz atıştırmalık almak için yataktan kalkıp odamdan çıktım. Evde, yerden ısıtma açık olmasına rağmen yerler soğuktu. Ayaklarım üşüye üşüye mutfağa doğru ilerlerken banyonun camının açık olduğunu fark ettim. Muhtemelen yerler bu yüzden soğuktu. Camı daha bu sabah kapattığıma emindim ama kilit biraz sorunlu olduğundan, rüzgâr çok sert estiyse açılmış olması büyük ihtimaldi. Camı kapatıp mutfağa doğru yürümeye devam ettim.
Mutfağa ulaştığımda abur cubur dolabımı açıp karıştırmaya başladım. Paramı biraz daha sağlıklı şeyler almak için harcasam iyi olacaktı, çünkü dolabım o kadar doluydu ki açtığımda içindekiler az kalsın üzerime boşalacaktı. Dolapta türlü cipsler, kurabiyeler ve çikolatalar vardı ama şu an canım sadece cips istiyordu. Dolaptan pesto soslu cipsimi aldım ve odama geri döndüm.
Tahmin ettiğim gibi yağmur yağmaya başlamıştı; rüzgârın çıkardığı uğultuya yağmurun sesi de eklenmişti. Dışarısı korku filminden çıkmış bir sahne gibiydi ama bir yandan da huzur vericiydi. Bu havada duşa girmek gerçekten rahatlatıcı olacaktı. Yağmurun sesi, rüzgârın uğultusu ve elimdeki cipsimle birlikte yazı ödevimi bitirdim ve gönderdim.
Yataktan kalkıp duşa girmek için hazırlanmaya başladım. Askıdan bornozumu ve saç havlumu alıp kıyafetlerimi çıkarmadan önce perdeleri kapattım. Kıyafetlerimi çıkardıktan sonra banyoya gidip küvetin suyunu açtım. Suyun ısınmasını beklerken biraz telefonuma baktım ve su ısınınca bornozumu üstümden çıkarıp, duştan çıktığımda sıcak olsun diye askının yanındaki ısıtıcıya saç havlumla birlikte astım.
Tam küvete girecektim ki içeriden bir ses duydum. Suyu kapatıp bornozumu üstüme giydim, sonra da sese doğru gittim. Ses salondan geliyordu. Salona gittiğimde masanın üzerindeki eşyaların yerde olduğunu fark ettim. Eşyaları yerden alıp eski yerine koydum ve daha önceden koltuğun arkasına sakladığım beyzbol sopasını alıp evi dolaşmaya başladım.
- Girişteki dolabın içine, kapıların arkasına, odamda yatağımın altına ya da birinin saklanabileceği her yere baktım ama kimseyi bulamadım. Masanın üzerindeki eşyaları kedimin düşürmüş olduğunu umarak beyzbol sopamı eski yerine koydum. Evde benden başka kimsenin olmadığından emin olduktan sonra banyoya geri dönüp suyu yeniden açtım ve küvete girdim.
Sıcak su vücudumda değdiği her kası rahatlatıyordu. Duştan çıktığımda günün yorgunluğunu üzerimden atmıştım ve hemen yatağa girip uyumak istiyordum. Bornozumu ısıtıcıdan alıp üstüme giydim, sonra da sıcak su yüzünden buğulanan aynayı elimle sildim. Cilt bakımımı yapıp dişimi fırçaladım ve odama gidip pijamamı giydim.
Banyoya geri döndüğümde aynada silmediğim kısımların, kapıyı açık bıraktığım için buğulandığını gördüm; banyonun içindeki hava eskisi kadar nemli değildi. Sabaha hasta kalkmamak için saçımı kurutmaya başladım. Saçımı kuruttuktan sonra evdeki ışıkları kontrol edip odama geri döndüm ve yatağıma girdim. Tam başucumdaki lambayı kapatacaktım ki dışarıdan gelen sesle irkildim. Yataktan fırlayıp pencereye doğru koştum ve perdeleri açtım.
Gördüğüm manzarayla donup kaldım: Karanlık bir figür evimin çitlerinin üzerinden atlıyordu. Biri evime girmiş ve ben evdeyken evi soymuştu. Bunu görür görmez telefonuma sarıldım ve 112’yi aradım. 112 ile konuşurken evden dışarı çıkmaya kalkıştım ve işte o zaman onu gördüm… Onun bugün evde olmaması gerekiyordu; bu akşam ailesiyle yemek yedikten sonra onlarda kalması gerekiyordu.
Evin kapısının önünde yatan ev arkadaşımın yanına koştum ve yaralandığını gördüm. Yaranın etrafında çok fazla kan yoktu; bu da, Tuna’ya kim zarar verdiyse benim onu görmeden birkaç dakika önce yaptığı anlamına geliyordu. Evdeki ışıkları kontrol ederken kimseyi görmemiştim; bu da Tuna’nın, benim odama girdikten sonra geldiği anlamına geliyordu.
Tuna’nın yanına oturup bilincinin yerinde olup olmadığını kontrol ettim. Bilinci yerindeydi ama her an bayılacak gibiydi; ambulans gelene kadar onu ayık tutmalıydım. Hâlâ telefonda olan 112 operatörüne her şeyi anlattım ve telefonu hoparlöre aldım. Mutfağa gidip temiz bez alıp, bıçağın bulunduğu bölgenin etrafına kan kaybını engelleyecek şekilde bezler koydum.
“Bıçağı çıkar!” diyerek elimi itmeye çalıştı Tuna.
“Hayır, bıçağı çıkaramayız. Bıçak şu an tampon görevi görüyor; bıçağı çıkardığımız anda çok kan kaybetmeye başlarsın ve eğer bıçak önemli bir damarı kestiyse kan kaybetme hızın artar,” dedim.
Hâlâ telefonda olan 112 operatörü bir şeyler söylüyordu ama dinlemedim; bütün odağım, gözümün önünde acıdan kıvranan ve hayatı için savaşan arkadaşımdaydı. Siren seslerini duymaya başladığımda Tuna’yı sakinleştirmeye çalıştım. Polisler ve ambulans geldiğinde trans halindeydim; dakikalar önce arkadaşımın bana ihtiyacı olduğu sırada aklım başımdayken şu an hiçbir şey düşünemiyordum. Bütün vücudum hissizleşmişti. İlk yardım ekibi arkadaşıma yardım ederken ve onu sedyeye koyarken orada bir heykel gibi oturup olan biteni izledim.
Polisler yanıma gelmiş, bir şeyler soruyorlardı ama ben oralı bile değildim. Polislerden biri ayağa kalkmama yardım etti ve polisin yardımıyla banyoya gidip sakinleşmek için yüzümü yıkadım. Sakinleştikten sonra polislerin sordukları soruları cevapladım. Polislerden biri, şok geçirebileceğimi ve bu nedenle araba kullanmamam gerektiğini, bu yüzden beni hastaneye kendilerinin bırakabileceğini söyledi. Bunu duyunca koşarak kapüşonlumu üzerime geçirdim ve polislerle birlikte onların arabasına bindim.
Biz hastaneye giderken Tuna ameliyata alınmıştı; oraya vardığımızda hâlâ ameliyattaydı. Hastane bekleme odasında ameliyatın bitmesini bekledim. Ameliyat bittiğinde doktorlar Tuna’nın kısa sürede iyileşeceğini söylediler ve onu servise aldıklarını; istersem onun ayılmasını odada bekleyebileceğimi belirttiler. Tuna’nın odasına gittiğimde yanına bir sandalye çekip oturdum.
Tuna ayıldığında ameliyatın üzerinden üç saat geçmişti. Tuna’ya “Nasılsın?” diye sorduğumda, acı çekiyor olmasına rağmen iyi olduğunu söyledi. Polisler gelip onu sorguladığında, onu bıçaklayan kişiyi tanımadığını ama onunla okulda daha önce karşılaştığını anlattı.
Ertesi gün geldiğinde hâlâ çok uykuluyduk; bütün akşam uyuyamamıştık ve polislerden hâlâ bıçakta parmak izi var mı diye haber bekliyorduk. Öğleye doğru polisler, bıçaktan parmak izi aldıklarını ve bu parmak izini birisiyle eşleştirebildiklerini söylediler. Onu evinde saklanırken bulduklarını ve tutukladıklarını belirttiler.
Meğerse Tuna’ya zarar veren kişi, onu okulda görmüş ve o günden beri ona takıntılıymış. O gün Tuna’nın aile yemeğine sevgilisiyle gittiğini öğrenince kendine hâkim olamayarak bizim eve gelmiş. O sırada Tuna’yı sevgilisinin arabasından inerken görünce sinirlenmiş, kafayı yemiş. Tuna eve girerken onu arkasından takip etmiş, zarar verip kaçmış.
Onun yakalandığını duyunca, Tuna’nın sırtındaki kasların rahatlayışı gözle görülür durumdaydı. Bu dünyada onun gibi birçok suçlu yakalanamazken, en azından onun yakalanması bizi rahatlatmıştı. İleride bizi bekleyen zorlu bir mahkeme süreci vardı; bunu ben de Tuna da biliyorduk ama en azından bu gece ikimiz de korkmadan uykuya dalabilecektik.
