Şanlı Gün

Gözlerimi açtığımda hafif bir sabah sisi Karadeniz’in koyu maviliğine akşamüzeri alınan bir battaniye gibi  sarıp sarmalamıştı. Mayıs’ın ortası olmasına rağmen hava serin, fakat iç ısıtan bir telaş hâkimdi kıyı boyunca. Ahşap iskeleye yaklaşırken, şehrin üzerinde yoğun bir sessizlik ve aynı zamanda bastırılmış bir coşku vardı. Samsun henüz küçük bir liman kasabası görünümünde. Taş döşeli o şehvetli sokaklarında, eski Rum ve Türk evleri birbirine sırtlarını dayayıp destk olurken, arnavut kaldırımları sabahın o eksiksiz parıltısı olan çiğ ile ışıldıyor. Limana doğru yürürken, elinde fes tutan birkaç genç, elleri arkalarında, gözleri ufukta ve sanki bir mucizenin gelişini bekliyor gibi denize bakıyor. Gözleri, ufukta beliren siyah gövdeli bir gemiye kilitlenmiş: Bandırma Vapuru.

Birden, şehirdeki sakinlik yerini cumartesi sabahı rüzgarı gibi şiddetli ama fark edilmez fısıltılara bırakıyor. “Geldi, Paşa geliyor…” diyor yaşlı bir balıkçı, sesi çatallı, yılların çektirdiği acıların sonunda biteceğine inanan gözleri yaşlı. Bandırma ağır ağır iskeleye yaklaşıyor. Gemi kıyıya yanaştığında, hafif bir buhar yükseliyor bacasından; sanki sadece bir taşıma aracı değil, yeni bir çağın habercisi gibi duruyor karşılarında. Mustafa Kemal Paşa, beyaz yakalı, koyu renk sivil giysiler içinde gemiden iniyor. Başında kalpağı, gözleri net, kararlı… Kimsenin bilemediği ve anlayamayacağı o asaleti ve akılcılığıyla dikiliyor karşımızda. Yanında silah arkadaşları da var: Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Rauf Orbay… Hepsinin yüzünde hem yorgunluk hem de o yorgunluğu delen ve yaptıklarının önemini belirten bir kutsal bir görev bilinci okunuyor. İskelede resmi bir karşılamadan iz yok; Osmanlı hükümeti durumu pek de önemsememiş gibi davranmış. Ama halk orada. Sessizce, ama umutla. Gençler, yaşlılar, kadınlar… Çocuklar ellerindeki küçük bayrakları sıkı sıkı tutuyor. Kimi kadınlar gözyaşlarını siliyor, kimi sessizce dua ediyor. Mustafa Kemal’in karaya ilk adımıyla birlikte, zaman sanki ağırlaşıyor. Rüzgar bir an duruyor gibi. Yanımdaki yaşlı adam, zor bir şekilde ayakta durmak için içindeki o son kuvveti kullanarak bastonuna yaslanarak mırıldanıyor:

“Bu geliş, bu toprakların kaderini değiştirecek evlat…”

Ve ben, zaman makinesinden gelen bir yolcu olarak, sadece bir tarih anını değil, bir milletin uyanışını izliyorum. İnsanların o umudunu, değişecek olan kaderlerini ve en önemlisi olan hepsindeki o savaşçı ruhu izliyorum uzaktan. Ardından o an, Samsun’da bir güneş yeniden doğuyor. Ve bu güneş, kurtuluşun ışığı olacak.

(Visited 10 times, 1 visits today)