Şehirler Konuştuğunda

Şehirler konuşabilir mi, peki şehirlerin dilleri olabilir mi? Bir düşünsenize şehirler konuşsa bize neler neler anlatır. Belki de  konuştukları bir dil vardır da biz bilmiyoruzdur, Bursa’nın Balıkesir ile; İstanbul’un Edirne ile konuşmadığı ne malum…Her birinin kendine ait bir hikayesi o gün bir yaşadığı var. Buradan bakınca Marmara Denizi ‘nin etrafında oturup o günün “kritiğini yapmak” hiç de fena görünmüyor. Bence şehirler konuşur hem de öyle güzel konuşur ki sanki oradaymışız gibi şehrin fotoğrafı gözümüzde canlanır. Fotoğraftaki her nokta bir çizgiye her çizgi  bir insana dönüşür sadece insana mı gökdelenlere, binalara ,işyerlerine, kalabalık sokaklara; arabalar, tramvaylar, otobüslerle dolu yollara ve daha pek çok şeye dönüşerek bu hızlı akan zamanın aynı zamanda da oldukça yoğun bir fotoğrafın bir parçası haline gelir…

Yine Güneş’in erken battığı, gökyüzünün okyanus derinliklerini andıran ama bir o kadarda parlak ve göz alıcı bir renge sahip  olduğu-ki bu renk gece mavisi olarak da adlandırılıyordu- yıldızların ışıltısının yeryüzünü aydınlattığı akşamların birinde şehirlerin Marmara Denizi’nin etrafında günün kritiğini yaptığına tanıklık ediyorduk. Dikkatle dinlediğimizde kendi aralarında özgürce konuştukları dille anlattıkları heyecanlı hikayeleri duyabiliyorduk ve işte başlıyor. Önce Bursa aldı sözü başladı anlatmaya olup bitenleri yine aynı koşuşturma dolu sokaklar, yoğun trafik, işe yetişmeye çalışan insanlar bir yana -bunları her gün yaşıyordu-. Asıl farklı olan şehrin  sürekli deprem sebebiyle sallandığını, Uludağ ile karları arasında geçen konuşmaları, Cumalıkızık’ a bugün yeni gelen turist kafilesini, Ulu Çınar’ın ve hemen yanındaki Ulu Camii’nin her geçen gün daha büyük bir kitlenin dikkatini çekişini anlattı. Hemen Ulu Camii’nin altında her gün mis gibi kahve kokusu yayan kahveciyi ve meşhur dondurmalı irmik helvası ikramlarını anlatmayı unutmadı tabii ve şehirde büyük ilgi gören Hacivat ve Karagöz tiyatrosunu ekledi bu güzel konuşmanın sonuna. Biliyordu bu gelenekler geçmişten beri vardı ama arkadaşlarına hiç anlatmadığını düşündü. Çünkü Edirne, İstanbul, Balıkesir hepsi anlatmıştı. İşte şimdi oda anlatmıştı.

Ondan sonra Balıkesir başladı anlatmaya  komşusuna katılıyordu bu depremler yüzünden sallanmak çok rahatsız ediciyidi. Onun dışında aynı şehir hengamesi Balıkesir de de vardı ama biraz daha az çünkü henüz Bursa kadar kalabalık değildi. Orada da yine bayağı bir trafik vardı. Etrafta işe yetişmeye çalışan insanlar, okula giden çocuklar çok büyük olmayan aslında küçük olarak adlandırılamayacak bu şehir de de vardı. Balıkesir’de bugün ilginç bir şey olmamıştı bu yüzden çok da uzun konuşmadı .Ama içinden “Bu şehirlerin arasında günün kritiğini yapmak gerçekten çok eğlenceli oluyor..” diye geçirdi.

Şimdide söz  İstanbul’daydı. Tüm şehirler heyecanlı bir bekleyiş içerisindeydi çünkü İstanbul’un her zaman anlatacak şeyleri oluyordu-sonuçta ülkedeki en kalabalık şehirdi-.Önce sabah işe yetişmeye çalışanları anlattı; Boğaz köprüsünde trafikte kalanları, yolların kalabalıklardan durma noktasına geldiğini, bazı insanların yoğun trafikten çözümü toplu taşımaya binmekle bulduklarını, bazılarının ise vapurla yolculuk ettiğini anlattı. Vapur demişken kahvaltısını yolda yapmak için simit alan insanların martılarla paylaştığını, mis gibi taze deniz kokusunun etrafa yayıldığı sabah saatlerini anlattı. Sonra günün ilerideki saatlerinde yaşananlarla da devam etti. Her biri birbirinden güzel olan İstanbul’un sembolleri; Hezarfen Ahmed Çelebi’nin uçma denemeleri yaptığı Galata Kulesini, efsanelere konu olan Kız Kulesi’ni  Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu Topkapı Sarayını, Fatih Sultan Mehmed’ in yaptırdığı Ayasofya camiyi, yurt dışında Mavi Camii olarak da bilinen Sultan Ahmed Camiiyi ,ters duran yılanlı Medusa başının yer aldığı Yerebatan Sarnıcını, İskender Lahdi’ nin yer aldığı Arkeoloji Müzesini ve daha pek çoğunun bugünde ziyaretci akınına uğradığını anlattı. Tabii ortasında kocaman bir kartal heykeli bulunan Beşiktaş Çarşıyı ayrıca Serencebey Yokuşunu, Beşiktaş Stadyumunu da hatırlamak gerektiğini belirtti. Akşam, yine akşam, yine akşam diyerek Ahmet Haşim’in “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirinden bir alıntı yaparak başladı İstanbul’da akşamı anlatmaya. Boğazın yanında midye ve hamsi ekmek satıcılarının sesleri gerçekten duyuluyordu:”Hamsii, taze hamsiii, miss gibi balık ekmek…”Kış olmasına rağmen sokaklar hala kalabalık ve trafik hala yoğundu. İstanbul da trafik ne zaman bitmişti ki. Konuşmaktan yorulan İstanbul sözü komşusu Edirne’ye bıraktı.

Tahmin edersiniz ki Edirne’nin konuşması biraz daha kısa sürdü. O da Türkiye’nin Bulgaristan’a açılan kapısı olarak başladı sınırları anlatmaya. Bugün sınırlarda o kadar da yoğunluk yoktu aslında gelen geçenler, seyahat için, okumak için, ailelerini görmek için iki ülke arasında gelip gidenleri anlattı .O kadar yoğun bir trafiğe sahip değildi hatta trafik sahibi olduğundan bile şüpheleniyordu Edirne. Bu sırada Edirne’de insanlar  İstanbul’un aksine yavaş yavaş uykuya hazırlanıyordu, evlerine çekiliyorlardı, evlerin ışıkları bir bir sönüyordu…

Böylece günün kritiği bitmişti her şehir günün olaylarını anlatmıştı, yarın başka şehirlerle konuşacaklardı belki de daha ilginç şeyler yaşayacaklardı, anlatacaklardı. Şimdi onlarda yavaş yavaş uyumaya hazırlanıyordu. Tüm şehirler birbiriyle vedalaştıktan sonra derin bir uykuya daldılar…

Bence şehirler konuşsa bunu hatta daha fazlasını bile anlatır, bu yüzden ben şehirlerin dili olduğuna inanıyorum ve kendi aralarında bu dille iletişim kurduklarını da düşünüyorum. Bence bunu düşünmek bile çok eğlenceli .Şehirlerin; kendi aralarında yaptıkları konuşmalar, akşam kritikleri gibi güzel anılar biriktirdiğini hayal edince bile harika bir senaryo ortaya çıkıyor. Yani henüz bilmesem de umarım böyle eğlenceli anılar yaşıyorlardır ve aralarında bu dili konuşuyorlardır.

 

(Visited 8 times, 1 visits today)