Bir sabah uyandığımda herkesin iç sesini duyabildiğimi fark ettim. Duvarların ardında komuşumun uyuşuk düşünceleri, ev arkadaşımın günüyle ilgili planları, sokaktan geçen yaşlı adamın ötenazi edilecek köpeğiyle ilgili anıları… Hepsi, sağanak altında kalarak ıslanan birisi haline getiriyordu beni, bana ait olmayan duygular ve düşünceler için bir tekne. Doğruldum, kendime gelmeye çalıştım. Alışık olmadığım gürültüde bunun, olağandan zor olacağını anlamam pek uzun sürmedi.
Sonunda yatağımı terk edip hazırlanarak dışarı çıktığımda, daha birkaç dakika önce “gürültü” olarak nitelendirdiğim kalabalığın kısık bir mırıldanma olduğunu fark ettim. İnsanlar çok fazla düşünüyorlardı. Yazık ki, çoğunun zihni fabrika yapımı birer araba gibi; büyük bir verimlilikle çalışmalarına rağmen özgünlükten olabildiğine uzaktı. Kulaklarımı tıkamayı denedim. Bu hareketim, fayda sağlamaktansa bir nebze olsun dikkatimi dağıtan gerçek sesleri keserek bu iç ses tsunamisini şiddetlendirmekten başka bir işe yaramadı.
Aklımı kaçıracağıma emindim. Bugün, yarın, sonraki gün ve ondan sonraki gün… Belki de hayatımın sonuna kadar bir daha asla sessizlik tadamayacaktım. Çaresiz, işe gitmek için metro istasyonuna yönelmişken, bir ses diğerlerini keserek çölün ortasında bir serap gibi belirdi. “Sen de mi duyabiliyorsun?”. Bu ince, yorgun sesin kimden geldiğini tespit etmek isteyerek başımı kaldırdım. Çok kalabalık. “ ** Caddesi tabelasının altına git. Orada olacağım.”. Sesin emrine uyarak, tabelanın altına kadar, itiş kakış, kalabalığın arasından geçtim. Sonunda metal direğe dokunup derin bir nefes aldığımda, birisi omzumu yumuşakça dürttü. Dönüp bakınca, karşımda 12’sini geçmemiş bir kızın durduğunu görerek şaşırdım. “Merhaba.” dedi küçük kız, yüzünde bir tebessümün gölgesiyle. “Merhaba…”.
Küçük kızla sokağın üzerindeki bir kafeye oturduk. Ancak bir amerikano ve bir portakallı limonata masamıza getirildiğinde, kız konuşmaya başladı. “Biraz gürültülü, öyle değil mi?” duyabilen başka birisini bulmanın rahatlığının ılık bir meltem gibi beni sarmaladığını hissettim. Ona bu sabah böyle uyandığımı, neler olduğunu veya ne yapacağımı bilmediğimi anlattım. Kafedeki diğer insanlar pek gürültücü değildi. Öyle ya, kızla konuşmaya başladığımdan beri nedense diğer bütün sesler arka plana atılmıştı. Kız, sıcak bir gülümsemeyle elimden tuttu. İlk o anda, kardeşimin küçüklüğüne ne kadar da çok benzediğini fark ettim kızın. Aynı yeşil gözler ve sırıttığında ortaya çıkan yaramaz gamzeler… “Gerçek şu ki,” kızın sesi sanki birkaç saniyede büyümüş, bir kadının olgun konuşması haline gelmişti “onların hiçbiri gerçek değil.”. Ne demek istiyorsun? Sanırım bu gereksiz bir soru olurdu… “Sen gerçek misin?” kız bu soru hakkında bir süre düşündü. “Sanırım bu, senin karar vermen gereken bir şey.”.

