Bir sabah uyandığımda herkesin iç sesini duyabildiğimi fark ettim. Önce anlam veremedim, başımın içinde uğuldayan bu düşünceleri kendime ait sandım. Cümleler nehir gibi zihnimden akarken anladım, bu sözler benim değildi. Annemin kahvaltı hazırlarken dudaklarında beliren hafif gülümseme, içinden geçenleri örtmeye yetmiyordu: “Bugün de yetişemeyeceğim. Ofise erken gitmem gerekirdi. Ya o raporu bitiremezsem?”
Göz göze geldik o an, ve ilk defa gözlerinin altındaki yorgunluğu değil, içinde taşıdığı çaresizliği gördüm. Bir şey demedim ama kalbimde bir kırılma hissettim.
Kardeşim koltuğa yayılmış, elindeki oyuncağı döndürüyordu. Masum bir gülüş vardı yüzünde ama zihni farklı bir yerdeydi: “Keşke babam da bana annem kadar sarılsa. Belki daha zeki olursam beni sever. Ya da sessiz durursam. Hangisi işe yarar acaba?”
Kafasını hafifçe kaldırıp bana baktı. Ona buruk bir gülümsemeyle karşılık verdiğiğmde kafasını çevirdi, sesi kısıldı zihnimde. Çocuk kalbine sığmayan o belirsizlik, sessizce zihninin derinliklerine süzüldü.
Sokağa adım attım. Herkesin içinde başka bir fırtına esiyordu. Dondurmacı, yaz sabahının neşeli ışıltısına karşın içinden şunu geçiriyordu: “Sabahları yatağımdan kalkarken kendime ne diyeceğimi bilemiyorum. Eskiden karım ‘günaydın’ derdi. Şimdi sadece saat çalıyor. Zilin her sesiyle birlikte biraz daha yaşlanıyorum.”
Yanından geçip gittim ama içimde onun yalnızlığı bir süre daha kaldı. İhtiyacı olan belki sıcak bir çayın eşlik ettiği sohbet, sessizce paylaşılmayan bir tebessümdü.
Otobüste önümdeki genç kadının kafası öne eğikti. Kitaba bakıyor gibiydi ama zihninde bir dolu cümle yankılanıyordu: “Eğer daha çok çabalarsam netlerim yükselecek mi? Ne zaman doğru biri olacağım? Yoksa hiç olmayacak mıyım?”
Yorgundu. Umutla umutsuzluk arasında incecik bir ipte yürüyordu. Bir tarafı vazgeçmek istiyor, diğer tarafı sadece birilerinin ona ‘olduğu haliyle yeterli olduğunu’ söylemesini diliyordu. Ama kimse demiyordu.
Koltuğuna tünemiş bir kadın, eliyle telefonuna dokunurken içinden geçirdiği cümle duruydu: “Keşke oğluma son kez sarılabilseydim”
Gözleri ifadesiz bir biçimde yere bakıyordu, ne ağlıyordu ne de gülüyordu. Ama gözlerinin içinde çırpınan bir boğulmuşluk vardı.
Günün sonunda zihnim kalabalıktı. Herkesin başka bir hikâyesi vardı. Kimi kaybetmişti, kimi arıyordu. Kimisi hiç bulamayacağını bilerek devam ediyordu. Hepsinin ortak noktası bir arayış değildi; bazıları artık aramayı bile bırakmıştı. Bazıları anlaşılmak, bazıları unutulmak, bazılarıysa sadece kendi içinde bir yerlere ulaşmak istiyordu.
O gece, iç sesler susmadı. Ama artık bana ait olmayan her sesi, bir insana ait bir hayat parçası gibi dinlemeyi öğrenmiştim. İnsanların söyledikleri değil, söylemedikleri yankılanıyordu içimde. Ve ben artık biliyordum ki, her birimizin içinde ayrı bir evren vardı. Kimi karanlıktı, kimi sessiz. Ama hepsi gerçekte oradaydı.
