Yılın en önemli günü gelmişti. Liseler arası atletizm yarışmasında 100 metre koşusunda okulumuzu temsil etme şansını elde etmiştim. Aylarca süren yoğun antrenmanlar, uykusuz geçen geceler ve her sabah kas ağrılarıyla uyanmalar. . . Tüm bu çabalar, o özel an içindi. Hayalini defalarca kurduğum o an nihayet gelmişti. Sabah erkenden uyanmış, heyecandan neredeyse kahvaltı edememiştim. Ayna karşısında kendime cesaret verici sözler fısıldarken ellerimin titrediğini fark ettim. Bu sadece bir yarış değil; yıllardır hayalini kurduğum başarıya ulaşmada attığım en önemli adımdı.
Yarış alanına geldiğimde tribünlerin yavaş yavaş dolmaya başladığını gördüm. Arkadaşlarım, öğretmenlerim ve ailem, hepsi oradaydı. Gözlerim tribünlerde annemi ve babamı aradı. Babamın sıkı sıkı tuttuğu bayrak ve annemin gözlerindeki heyecan beni daha da duygulandırdı. Kalbim, göğsümden fırlayacak gibi atıyordu. Nefes almakta zorlanıyor, içimi kaplayan heyecanla baş etmeye çalışıyordum.
Isınma hareketlerimi tamamlayıp start çizgisine yürüdüm. Ellerim ter içinde kalmıştı, ayaklarım sanki yere basmıyormuş gibi hissediyordum. Rakiplerime göz ucuyla baktım; hepsi atletik yapılı, ciddi ve kararlıydı. Gözlerinde zaferin ışıltısı parlıyordu. O an, “Burada ne işim var? ” diye aklımdan geçti, ama sonra harcadığım emeği, geçirdiğim zamanı hatırladım. Bu mücadeleye ben de hazırdım. Derin bir nefes aldım ve içimden, “Sadece kendinle yarışıyorsun,” dedim.
Silah sesi duyulduğunda herkes aniden fırladı. İlk birkaç adımda dengemi tutmaya çalıştım. Vücudum adrenalinle dolup taşmıştı, ama hemen ardından bir aksilik oldu: Ayakkabımın bağcığı açılmıştı. Panik dalgası içimi kapladı. “Şimdi ne yapmalıyım? ” diye düşündüm. Durup bağlasam yarış gidecekti ama böyle devam edersem düşme riski vardı. Ayaklarımın altındaki gevşeklik her adımda hissediliyordu. Korkarak devam ettim. Rakiplerim giderek benden uzaklaşmaya başlamıştı. İçimde bir şeyler kırılıyordu sanki. O an vazgeçmeyi düşündüm ama sonra, “Bu kadar kolay pes edemezsin! ” dedim.
Yarışın sonuna sadece 20 metre kalmıştı. Kalabalığın sesi artık uzak bir uğultu gibi geliyordu. Sanki yalnızca ben ve pist kalmıştık. Bacaklarım yanıyor, ciğerlerim sızlıyordu. İçimdeki ses sürekli “Dur! ” diye haykırıyordu. Derken tribünden tanıdık bir ses yükseldi: “Hadi, başaracaksın! ” Babamın sesi buydu. O an her şey yavaşladı. Gözlerim doldu, içimde bir kıvılcım belirdi. Bu sadece bir yarış değil, bir meydan okumaydı. Kendime, korkularıma, ve yorgunluğuma karşı bir mücadeleydi.
Kendimi toparlayarak, tüm gücümle koşmaya devam ettim. O an, küçük bir mucize gerçekleşti. Önümdeki rakiplerden biri dengesini kaybedip yere düştü, diğeri ise ayağını burkmuştu. Bu şekilde, üçüncü sıradayken aniden ikinci sıraya geçtim. Artık önümde yalnızca bir rakip kalmıştı ve aramızdaki mesafe oldukça azdı. Tüm enerjimi toplayarak, ayakkabımın çözük olmasına rağmen adımlarımı hızlandırdım. Nefesim kesiliyordu ama kalbim hala mücadele ediyordu.
Son metrelerde, bedenim bana ait değil gibi hissediyordum; sadece irademle ilerliyordum. Tüm yorgunluğuma rağmen bir adım daha atmayı başardım. Bitmek üzere olan enerjimin son kırıntısıyla öne geçmeyi başardım. Bitiş çizgisine sadece birkaç santim kala rakibimi geçtim.
Göğsümle şeride çarptığımda dünya bir an için durdu. Gözlerim karardı, kulaklarımda bir uğultu duyuldu. Her şey adeta rüya gibiydi. Ardından tribünlerden yükselen çığlıkları duydum. Öğretmenim, bana doğru koşarken “Birinci oldun! ” diye haykırıyordu. Gözlerime inanamadım. Dizlerimin üzerine çöktüm ve gözyaşlarımı tutamadım.
O anda anladım ki mucizeler her zaman dışarıdan gelen olaylar olmayabilir. Bazen bir mucize, insanın içindeki karanlığa rağmen adım atmayı seçmesidir. Bazen de pes etmek üzereyken devam edebilmekte gizlidir. Son saniyede doğan bir umut, insanı hayallerine taşıyabilir.
